SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 1 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Ömer YILDIZ
 
 
 
Makale Tarihi :  01.05.2020
Dua Nedir ve Nasıl Dua Edilir?
Dua Nedir ve Nasıl Dua Edilmelidir?
Dua: Şah damarımızdan daha yakın olan Rabbimiz ile iletişimin en kestirme ve en özel yoludur. (50/Kaf: 16) Dua kulun Rabbiyle karşılıklı konuşmalarıdır, O’nu unutmadığının, saydığının göstergesidir. “Deki: Duanız olmasaydı, rabbiniz size değer verir miydi?” (25/ Furkan: 77) ayetin de Allah kullarına verdiği değerin dua ile olduğuna vurgu yapmaktadır. Bunun içindir ki; “dua, insanın Allah karşısındaki esas duruşudur” dersek yerinde bir tespit yapmış oluruz. Bu bağlamda yukarıdaki ayet, duanın insanın varlık sebebi olduğunu da söylüyor. Bu nedenle dua ibadetin iliğidir. Dua etmek bizatihi kabul olmuş bir duadır. Bu yüzden duanın kabul edilip edilmediği değil, dua edilmiş olması önemlidir. Zira dua eden kalp Allah ile diyalog halindedir.1 Dua etmek, Allah ‘a yaklaşmanın en özel ve en güzel yoludur. Sıkıntıların, isteklerin ve beklentilerin Rabbimize açılmasıdır. İnsan ne kadar içten, yürekten, yüreğinin derinliklerinden seslendirilirse o ölçüde yankı bulur. Olayları yürekten yaşamayanlar yürekten konuşamaz ve yürekten seslenemezler. İnsanla Allah arasındaki en güçlü ilişki duadır. Duanın en belirgin vasfı ise tevazu/alçak gönüllülüktür. Bu bağlamda ncak kibirden arınmış insanlar dua ederler.
 
“Kullarım sana beni sorarlarsa, ben çok yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin duasına karşılık veririm. O halde onlar da benim çağrıma cevap versinler ve bana inansınlar ki, doğru yolda olabilsinler” (Bakara 2/186) Bu ayette Allah, dua edenin duasına mutlaka icabet edeceğini söylüyor. Duanın karşılık bulması demek, cevap verme, gereğini yapma demektir. Ancak, dua edenin istediği şeyin her zaman tam istediği gibi karşılık bulması anlamına gelmez. Ama duaya mutlaka bir cevap verileceğini, takdim edilen bir dilekçe gibi işleme konup gereğinin kesin olarak yapılacağı anlamına gelir.
 
‘’İhtiyaç duyduğumuz bir şey için Allah’tan yardım dilememiz tümüyle geçerli bir hareket olmasına rağmen, kendi çalışmamızla elde edebileceğimiz şeyleri veya ihtiraslarımızın gerçekleşmesi için dua etmek abestir… Dua, durumunu arz etme ve isteklerini sıralamanın çok üstünde, yücelere varan bir şeydir. İnsan duayla her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’a O’nu sevdiğini, O’nun nimetlerine şükrettiğini ve O’nun iradesi doğrultusunda her zaman hareket etmeye hazır olduğunu gösterir.’’ (Alexis Carrel)
 
Dua deyip geçmeyelim. Zira dua hayat boyu bir ibadettir. Kulun Rabbiyle yakınlaşması, hasbıhali, muhabbeti ve buluşmasıdır. Kulun yaratanı karşısında aczinin ve şükrünün ifadesidir. İnsanın, Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi dünya ve ahretti için Rabbi’nden iyilik istemesi; anasına, babasına, çocuklarına ve mümin kardeşlerine mağfiret dilemesidir. Samimiyetle yapılan dua insanı güzel eylemlere sevk eder, bencillikten ve kendini beğenmeden alı kor. Kötü düşüncelerin, duyguların kalbe yerleşmesini önler. Kötülüklerden uzaklaştırır. Dua insanın güç yettiğince çabasıdır, çabasız dilencilik değil.
 
Dua kulun kendi haddini bilip Allah’a sığınmasıdır. Allah’ın yüceliğini, O’nun her şeye kadir olduğunu, kendisinin ise O’nun desteği olmadan hiçbir şey yapamayacağını, aciz ve güçsüz olduğunu itiraf etmesidir
 
Dua, İlhami Güler’in ifadesiyle; Allah’a iş yaptırmak değil, iş yapmak için Allah’tan güç istemektir. Bu bağlamda duanın ne olduğu kadar nasıl dua edileceği de önemlidir. Piyasada sihir ve istek mektubu seviyesine indirgenen, muhtevası hurafelerle dolu, Allah’a şunu yap bunu yap diye emreden kitaplara, ayetleri istismar eden yaklaşımlara rastlandığı gibi klasik din kitaplarındaki “dua adabı” başlığı altında akla ziyan şartların ve protokol esaslarının aksine, nasıl dua edeceğimize dair Kur’an’da bize bir takım usul ve adap öğretilmiştir.
 
Duâ, bunlardan bizi çekip çıkaran, koruyan, bize rûh veren, mânâ veren, anlam veren, bizi Rabbimizle buluşturan, ona yakınlaştıran, onunla muhabbete sevk eden, bizi “kul idrâki” ile kaynaştıran ve birleştiren, ibadetlerimizin tacı, süsü ve tamamlayıcısı bir varlık bilinci kapısıdır. Duâ, insanı, insan olmak kemâline yakınlaştıran bir yoldur.
 
Biz yapmamız gerekeni yapmalıyız ki, dualarımız boşa çıkmasın. Önce fiili dua, sonra kavli dua yapılmalı. Unutmayalım dualar da bir şeye istinaden kabul görürler. Biz görevinizi yaptıktan sonra dua edersek, Allah da ilave bir katkıda bulunur. Duanın bir referansı olduğunu akıldan çıkartmayalım.
 
Nasıl dua edilmelidir
1- Dua bir ibadettir ve ibadetin zirvesidir. Bu nedenle Allah’la kurulan iletişimde putlar/aracılar sayesinde duaların kabul olacağı vehmine kapılarak, yardım talep edilen bilumum şefaatçiler aradan çıkartılmalıdır. Yüce Allah ile iletişimi dolaylı değil direk kurmalıyız. Namazlarımızda her gün en az 17 defa tekrarladığımız “yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz” (Fatiha 1/4), ayetinde ifade edildiği gibi isteğimizi Rabbimize aracısız ve doğrudan ulaştırmalıyız. “İnsana şah damarından daha yakın olan Allah” (Kaf 50/16) ile aramıza aracılar koyarak şah damarımızı koparttırmamalıyız. “Üç kişinin dördüncüsü olan Allah” (Mücadele 58/7), bizi her şart ve halde duyar ve isteğimize icabet eder. Bunun için torpile ve şefaatcıların/putların aracılığına ihtiyacımız yoktur. Unutmayalım ki; iletişimde Allah ile aramıza aracılar/putlar koymak tevhidin tam zıddı olan şirktir.
 
2. Dua ederken korku ile ümit (havf ve rec’a) halinde ve psikolojisinde olmalıyız. Bu hali Kur’an’ı Kerim; “Rabbinize alçak gönüllü ve ümit ile dua edin” (Araf 7/56) şeklinde formüle etmiştir. Rabbimize umutlu olarak dua etmeliyiz. Tek başına korku insanı ümitsizliğe, tek başına ümit ise insanı büyüklenmeye/firavunluğa sevk eder. Bu nedenle dua ederken her iki durumu birlikte yaşamalıyız.
 
3. Dua ederken bağırıp çağırarak haddi aşmamalıyız. “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki o haddi aşanları sevmez” (Araf 7/55) ayetinde altı çizildiği gibi, dua ederken acizliğimizi bilerek, Allah karşısında küçülerek ve boynu bükük bir halde dua etmeliyiz. Bağırıp çağırarak, saç baş yolarak dua etmemeliyiz. İbadetlerimizi “şov”a dönüştürmeden bütün benliğimizi Allah’ın huzurunda yerlere sererek, onu görüyor gibi ibadet etmeye çalışmalıyız.
 
“Dualardaki süslemeler, kafiyelemeler ve bağırıp çağırmalar kabul edilmenin değil, reddedilmenin sebebidirler. Bunu yapanların namazın, ibadetin ve duanın ne demek olduğunu anladıklarını hiç sanmıyorum. Bu durum ibadeti oyun haline getirmekten başka bir şey değildir. Şöyle düşünelim: Birisi padişahtan isteyeceği bir şeyi, sesini nağmelendirerek, sanat yaparak, yükseltip alçaltarak istese sonuç ne olur? Elbette istediğinden mahrum bırakılması olur. Allah’a yapılan dualar da böyledir.” (Kemalüddin İbn Hümam’ın Fethü’l-Kadîr, I, 229).
 
Allah’ın ‘yakın’ olması sebebiyle dua edenin duada sesini yükseltmesi Allah’a karşı edepsizlik sayılmıştır. Kafiyeli, tumturaklı ifadelerle dua etme samimiyete ve ihlâsa aykırıdır. Mümin inandığı ve içinden geldiği gibi dua eder. Gözlerimiz yaşlı, boynumuz bükük, kalbimiz buruk huzuruna geldik, sana ellerimizi açtık, gibi yalan ve çocuk kandırırcasına dualar mürailikten ve insanın kendini aldatmasından başka bir anlama gelmez.
 
Gayemiz, Rabbimizin katında makbul ve muteber bir kulluk yapabilmek olmalıdır. “Kullarım sana beni sorarlarsa, ben çok yakınım” (Bakara 2/186) diyen Allah bize bu kadar yakın iken, sanki sağıra duyuracakmış gibi bağırarak dua etmenin gereği yoktur. Hele hele salya sümük ağlayarak riyakarlık yapmanın hiç alemi yoktur. Ayrıca insanın isteğini bu şekilde dile getirmesi mütevazılığına da helal getirir, riyakârlığa sürükler. Unutmayalım ki riyakârlık gizli şirktir. Duada haddi aşmamak gerekir, zira Allah, Rabbinize alçak gönüllü ve yürekten dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez buyuruyor. (A’râf 7/55) “Sakin olun, siz sağır ya da uzaktaki birine seslenmiyorsunuz, işiten ve yakın olan birine dua ediyorsunuz.”
 
4. Dualarımız kısa ve öz olmalı. Pazar listesi gibi uzun olmamalı. Öğrenciye ders anlatır gibi ayrıntı içermemeli. Sözlü dua esasen bir ruh işidir. Kişisel bir iletişim olduğu için insan içinden geldiği gibi ve samimi bir eda ile dua etmelidir. Kişi başkalarının yazdığı uzun ve soğuk metinler yerine, kendi hissiyatını muhtevi ifadelerle rabbine yakarmalıdır. Başkalarının yazdığı ve çoğu zaman anlamını da bilmediği hazır ve resmi metinleri okumak insanın ruhunu karartır. Bu nedenle insan Rabbi ile kendi diliyle, içinden geldiği gibi konuşmalıdır. Hayrettin Karaman hocanın ifadesiyle; “her derde deva hazır ve samimiyetten uzak soğuk ve anlamını bilmediği metinler okumak ve duayı ezberden okuyan bir profesyonele yaptırıp âmin demek yerine, müminin Rabbine yönelerek gönlünden geldiğince ve kendi dilinde dua etmek tercih edilmelidir.”
 
5. Duanın kabulünde aceleci davranılmamalı. Dua ediyorum ediyorum bir türlü kabul olmuyor yaklaşımı doğru değildir. Şartlar ve istek makul ise ve isteğimizi fiili dua ile bütünleştirmeyi becerebilirsek duamızın kabul olacağını bilmeliyiz. Dua etmeye devam etmekte ısrarcı olmalıyız. Bir, beş, sekiz, on belki yüzlerce kez isteğimizi yinelemeliyiz. Bilmeliyiz ki; tabiat kanunlarına ters olmayan ve hayra yönelik dualar mutlaka kabul edilir. Yeter ki; isteğimiz ilahi/tabii kanunlara uygun olsun. “Sünnetullah” adını verdiğimiz bu yasalara uygun bir yol izlenerek hayra yönelik yapılan duaların mutlaka kabul edileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Yaratılış kanunlarına aykırı işlerin gerçekleşmesinin mümkün olamayacağını ve insan için ancak emeğinin karşılığının olduğunu da unutmamalıyız
 
Allah’ın emrine muhalif bir konuda yapılacak dua kabul olmayacaktır. Adabına riâyet edilmişse, Allah’ın takdirine aykırı değilse ve o konuda kesin bir bilgi varsa, Yüce Allah, dualara icabet edeceğini bildirmektedir: “Hayır sadece Allah’a dua edersiniz, O da dilerse, dua ettiğiniz şeyi, yani belayı giderir” (En‘âm 6/41). “Darda kalan kendine dua ettiği zaman karşılık veren ve sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri kılan mı? Allah’tan başka bir tanrı mı var? Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz” (Neml 27/62). Bu ayetlerde, şirk karışmayan duanın kabul edileceği bildirilmekte ve zaten Allah’tan başka duaya icabet edecek birinin olmadığı vurgulanmaktadır.
 
6. Duanın içeriği hem kendimiz hem başkaları için hayırlı istek şeklinde olmalı. Dualarımızda hayırlı olan şeyleri istemeliyiz, şer olanı değil. “Rabbim! Beni anne – babamı, inanmış olarak evime gireni, tüm inanmış erkekleri, tüm inanmış kadınları affet. Zalimlerin de helak ve perişanlığını artır” (Nuh 71/28) ayetinde görüldüğü gibi beddua yani Allah’ın gazabını ve cezalandırmasını mü’minler için istemek ilkesel olarak doğru değildir.
 
7. Dua sırf kendimiz için olmamalı. İnsan dua ile kul/abd olur. Yani Allah’ın kölesi olduğunun ayırdına varır. Bu nedenle istemekte bencillik etmemeliyiz. Egoizm duanın kabulüne engeldir. Unutmayalım ki; Allah’ın rahmeti ve nimeti boldur. Cömert olan Rabbimizin nimetlerini saymak için, dünyadaki bütün ormanlar kalem olsa, bütün denizler mürekkep, saymakla bitiremeyiz. Bunun için dualarımız genele şamil olmalı. Kur’an’daki dua ayetlerinin pek çoğunda “Ey Rabbimiz…” şeklinde çoğul form kullanılır bunun için dualarımız aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi, kendimiz için istediğimiz şeyi başkaları için de isteme şeklinde olmalı. “Ey Rabbimiz üzerimize sabır yağdır. Canımızı Müslümanlar olarak al” (Araf 7/126). “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahrette de güzellik ver! Ve bizi ateş azabından koru!” (Bakara 2/120).
 
Dua Ederken Dikkat Etmemiz Gereken Hususlar
Dua ederken riayet etmemiz gereken ilkeler olduğu gibi, asla yapmamamız gereken şeyler de vardır. Bu bağlamda dua kitapları başta olmak üzere sair dini eserlerde “dua adabı” başlığı altında, adaptan çok adapsızlık ve akla ziyan saçmalıklar söz konusudur. Bunların başında duaya “Peygamberimiz’e salâvat” ile başlanması gerektiği yönündeki olmazsa olmaz şart gelmektedir. Salâvat kültürünün Azhab suresi, 56. ayet ışığında değerlendirilmesi ayrı bir çalışmanın konusu olduğu için burada ayrıntıya girmiyorum ancak şu kadarını söyleyeyim ki; Hz Peygamber Allah’ın kulu ve elçisidir. Allah’ın ortağı ve işlerinde ondan izin aldığı, Onun olurunu aldığı astı değildir. (Geniş bilgi için bakınız. http://www.iktibascizgisi.com/azhab-suresinin-56-ayeti-baglaminda-salavat-getirmenin-anlami/)
 
Yüce Allah, Kitabı Kerim’inde defalarca kendisine dua ederken kim olursa olsun araya sokulmamasını ve buna lüzum da olmadığını beyan etmesine rağmen, yapılan duaların önce Peygamberimize arz edildiği yalanına inananlar, maalesef O’na salâvat getirmedikçe veya O’nun “yüzü suyu hürmetine” diye istenilmedikçe duaların kabul olunmayacağına inanırlar. Hâlbuki bu düşünce apaçık bir cahiliye inancıdır. Duada bu tür aracılıktan şiddetle kaçınmak gerekmektedir. Duada asıl olan Hz Peygamber de dâhil, Allah ile aramıza hiçbir varlığı koymamaktır. Bu bağlamda “yüzü suyu hürmetine” şeklinde kullanılan ifadenin; Allah ile aramıza birini koymak anlamına geldiğini vurgulamakta fayda vardır. Birçok Müslüman’ın, sanki birilerinin “yüzü suyu hürmetine” istenmedikçe Allah Teâlâ’nın duaları kabul etmeyeceği yanılgısından şiddetle uzak durmak gerekir.
 
Dua etme olayında yapılan bir başka fahiş yanlışlık ta, duanın kutsal bir mekânda yapılmasının kabul edilme ihtimalini yükselttiği(!) şeklindeki yanılgıdır. Bu durum, özellikle çocuklarının imtihan günü öncesi veya belli gün ve gecelerde türbe ve bazı mekânlarda oluşturulan kalabalıklar şeklinde tezahür etmektedir. Aslı astarı olmayan bu hurafenin, maalesef bir şirk ayininden öteye geçecek tarafı yoktur. Ayrıca duaların belirli gün ve gecelerde yapılmasının kabul oranını yükselteceği iddiasının da ne; dinî bir dayanağı ne de gerçekle alakası vardır. Üstelik Müslüman’ın hayatında devamlılık arz etmesi gereken dua eylemini, sadece belli zaman dilimlerine hapsetmek ve belli mekânlara hasretmek, olayı sadece haz alınan bir ritüele indirgemek olur.
 
“Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar” (Bakara 2/186). Bu ayette Allah (cc), dua edenin duasına mutlaka icabet edeceğini söylüyor. İcabet etme, cevap verme, gereğini yapma demektir. Yani icabet, dua edenin istediği şeyin her zaman tam istediği gibi verilmesi anlamına gelmez. Ama duaya mutlaka bir cevap verileceğini bilmemiz iktiza eder.
 
Bu ilahi muştu insana, kayıtlardan soyutlanmış bir fırsatı sunmaktadır. Kul Rabbine yönelince Rabbinin yanı başında olduğunu bilmesi; kula sonsuz bir güven ve huzur vermektedir. Türk filmlerinde olduğu gibi Allah’a tevbe edip bağışlanmak için dua edeceğimizde ne türbeye gitmeye ne de özel mabet aramaya gerek yoktur. Samimiyet ve ihlâsla Rabbimize yöneldiğimiz zaman, bütün gücümüzle inanıyoruz ki Rabbimiz bizi bizden daha iyi bilir ve tüm istediklerimizi duyar. İşte bu ayet bize bunu anlatmaktadır. Bunlar Allah’ın vadidir. Allah vadinden asla dönmez.
 
Tüm bunlardan sonra Rabbimizle aramıza birilerini aracı koyarak dua edenin, tevhid ile bir ilişkisi olamaz. Bize dinimizi öğretmekte önderlik eden Allah elçilerinin Kur’an’da örnek duaları vardır. Bunların hiç birisinde dualarının kabulü için aracıların istihdam edildiği bir yol izlendiğini görmüyoruz. İsteklerini en kısa yoldan net ifadelerle Allah’a yöneltmektedirler. Çünkü Allah elçilerini, Allah ile kulları arasına sokulan aracıları devreden çıkartarak insanları direk Allah’a yönelmelerini temin için göndermiştir. Geldikleri zaman elçilerin sözü şu olmuştur: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye. Muhakkak ki ben, size O’nun katından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim” (Hud 11/2).
 
“İnsanlardan hiçbir kimseye, Allah kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik verdikten sonra, kalkıp insanlara: «Allah’ı bırakıp bana kul olun.» demesi yakışmaz. Fakat onun: “Öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitap gereğince Rabbe halis kullar olun” (demesi uygundur)” (Ali İmran 3/79). Bu nedenle dualarımızda, isteyeceğimiz şeyi anladığımız bir dilden anlaşılır şekilde, hiçbir aracıya tefeciye tevessül etmeden Allah’tan istememiz gerekmektedir. Kimsenin hatırını Allah’ın hatırının üstüne çıkartmadan; “şunun hürmetini, bunun hatırını” dilimize dolamadan; Ya Rabbi sana sığınıyor, sana dayanıyor ve “sadece sana kulluk edip, sadece senden yardım istiyorum. Beni doğru yola kendisine nimet verdiğin Elçilerinin yoluna ulaştır. Gazabına uğrayanların ve sapıklığa düşenlerin yoluna değil” diyerek; peygamberlerin rotasını izlemek şiarımız olmalıdır. Çünkü İslam, rotası Allah tarafından çizilen bir yoldur. Bu yolu izlemeye şartsız talip olup teslim olan da Müslüman’dır.2
 
Dua eyleminde sıkça yapılan yanlışlıklardan bir başkası da, Yüce Rabbimizin bizi, “Muhakkak biraz korku, biraz açlık ve mallarınızdan, canlarınızdan, kazandıklarınızdan biraz eksiltmekle sınayacağını” (2/Bakara: 155) söylemesine rağmen, “Ya Rabbi! Bizi bunlarla imtihan etme” şeklindeki yakarıştır. Hâlbuki takip eden ayetten de anlaşılacağı gibi, “biz bunları istemiyoruz” anlamına gelen bu tür isteklerden ziyade, kul olduğumuz hatırlatılmakta ve bu tür musibetlere sabretmemiz istenmektedir. Bu şekilde imtihandan başarılı çıkmamız vurgulanarak dönüşümüzün Allah’a olacağı hatırlatılmaktadır.
 
Kulun Rabbi’ne karşı olan acziyetinin ve ihtiyacının bir ifadesi olan dua, maalesef bir takım Kur’an dışı şartlara bağlanarak Tevhid merkezli bir eylemden, şirk merkezli bir eyleme dönüştürülmüştür. Acilen dua eylemindeki şirk unsurlarının temizlenmesi gerekmektedir. Dua, bir şeylerin değişmesinin arayışıdır; durumu kabul etmeme, değiştirme için bir rica, bir tür itirazdır. İlhami Güler’in dediği gibi; dua: “Allah’a iş yaptırmak değil, Allah’tan iş yapmak için güç istemektir.” Ancak rica veya itiraz edenler sorumluluklarını tam yerine getirmelidirler ki ricaları dinlenmeye değer bulunsun.
 
Dua etmeyi hiçbir şey yapmadan Allah’ın verme mecburiyeti gibi düşünenler, Rabbimiz olan Allah’ın bizim marabamız olmadığını unutmamalıdırlar. Kur’an ile bağını kopartan bir toplumun yaptıklarının tezahürlerinden olan dua anlayışı maalesef günümüz Müslümanlarında yaygın olarak görülmektedir. Sünnetullah olarak bildiğimiz yasalara uymadan yapılacak dualar karşılığını bulmayacaktır. Şartları yerine getirmeden yapılacak yakarışlar kuru kuruya söylenen sözden öteye geçmeyecektir. Her tür hastalığa şifa olduğuna inanılan paket dua veya salâvatların tümü Sünnetullah’a aykırı olup, gereği yapılmadığı için kulun Allah’a olan isyanına sebep olacaktır. Mustafa Öztürk bu konuda şunları söyler: “Özellikle kandil gecelerinde ağdalı duâlarıyla tanınan duâhanlarımız, ‘Ya Rabbe’l-Âlemîn! Filistin sorununu hâllet; Siyonistleri helâk et; DAEŞ’i Sûriye’den def et!’ demekle aynı kapıya çıkan niyazlarda bulunurlar. Butür niyazları dinlediğimde hem duâhan hem de sorgusuz-suâlsiz ‘âmin’ diyen cemaat için, ‘Filistin sorunundan Sûriye meselesine kadar her işi bizzat Allah deruhte edecekse, o zaman siz ne yapar, hangi işe yararsınız?’ diye düşünmekten kendimi alamamışımdır. Bu tür bir Allah ve duâ anlayışında ciddî sakatlıklar bulunduğu kuşkusuzdur. Denebilir ki; ama Kur’ân’da da, ‘Rabbimiz!, Ehl-i küfre karşı bize yardım et; bize sabır ve metânet bahşet; ayaklarımızı sâbit-kadem kıl’ meâlinde niyâz ifâdeleri mevcuttur. Kuşkusuz doğrudur; ama bu niyazlar düşmana karşı gerekli tedbirleri kuşanan mü’minlerin dilinden aktarılmıştır. Oysa bizim duâ formlarımızın çoğu, kılımızı kıpırdatmaksızın hemen her türlü meseleyi doğrudan-doğruya Allah’a havâle-ihâle tarzındadır. Dahası pek-çok klişe duâmız, ‘O güçlü kudretli halk Arz-ı Mev’ûd’da bulunduğu sürece biz oraya adım atmayız. Sen ve rabbin, gidin onlara karşı savaşın. Biz şuradan şuraya bir adım bile atmayız’ diyerek Hz. Mûsâ’ya isyân eden İsrâiloğulları’nın Arz-ı Mev’ûd’u, Rab Yehova’nın fethetmesini istemesinden farksızdır. Allah’a duâ ağdalı ve fiyakalı retorikle değil, fiille sâbit olur ve Allah katında da bu minvâlde karşılık bulur”.
 
“Dua; aczin ve zilletin sebebi değildir. Dua insanın asaletini ve insani değerleri reddetmez. Dua; muhal, mantıksız ve aklın kabul etmeyeceği şeyleri elde etme aracı değildir. Dua hiçbir surette görevin yerine geçmez, bireyin ve toplumun sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Dua, her kesin hayata, topluma ve kaderine karşı sorumluluğundan kurtulmak için bir kaçış bir çıkış yolu değildir. Çirkinlik, seviyesizlik, fesat, hayâsızlık ve ihanet lekesini yıkayıp temizleyen bir madde; suçluyu ve hak etmeyeni mantıksız ve kanunsuz yollarla affettiren ve ona kurtuluş bahşeden bir düzenbazlık değildir.”3
 
“Dua, hangi alanda olursa olsun Allah’ın geniş merhametine ve zenginliğine güvenerek, ortaya herhangi bir irade ve eylem koymadan beleş, hibe olarak bir şey isteme değildir. Allah karşılıksız hibesini insana önceden vermiştir. İnsanın kendi varlığı ve yeryüzündeki bütün rızıklar bu karşılıksız rahmeti, hibeyi ifade eder. İmtihanla insandan istediği bir çaba, irade ve eylem ile O’ndan yardım talep etmektir. Hiçbir şey yapmadan dua ile Allah’tan bir şey istemek onursuz bir dilenciliktir. Dilencinin insanlar nezdindeki haysiyeti ne ise, dua ile Allah’tan ön çabasız yardım isteyenin Allah nezdindeki yeri aynıdır. Onurlu ve akıllı bir insan işin hangi raddesinde Allah’a başvuracağını bilir. Dua etmek için ”yüzün tutması” gerekir. Yüzsüzler (onursuzlar) vara yoğa karşı Allah’a yüzsüzlük ederler.”4
 
Modern çağ insanı dua etmeyi bilmiyor ve bilmediği için de büyük ölçüde yitirdiği Rabbi ile arasındaki manevi irtibatı kaybetme noktasına geliyor. Bu uhrevî bağın yerini maddî olgular doldurduğunda ise Rabbini unutan, idealsiz, gelecek tasavvuru olmayan, geleneksiz, inançsız, imânsız, deist veya agnostik, maddeyi putlaştıran özünden uzaklaşan bir insan tipiyle karşılaşıyoruz.
 
Duâ, bunlardan bizi çekip çıkaran, koruyan, bize rûh veren, mânâ veren, anlam veren, bizi Rabbimizle buluşturan, ona yakınlaştıran, onunla muhabbete sevk eden, bizi “kul idrâki” ile kaynaştıran ve birleştiren, ibadetlerimizin tacı, süsü ve tamamlayıcısı bir varlık bilinci kapısıdır. Duâ, insanı, insan olmak kemâline yakınlaştıran bir yoldur.
 
Biz yapmamız gerekeni yapmalıyız ki, dualarımız boşa çıkmasın. Önce fiili dua, sonra kavli dua yapılmalı. Unutmayalım dualar da bir şeye istinaden kabul görürler. Biz görevinizi yaptıktan sonra dua edersek, Allah da ilave bir katkıda bulunur. Duanın bir referansı olduğunu akıldan çıkartmayalım.
 
Aliya İzzetbegoviç’in çarpıcı ifadesi ile Kadir geceleri de dua etseniz yılın 365 günü sabahtan akşama yalvarsanız Allah, kulun eyleme geçme sorumluluğunu yerine getirmeden yaptığı bu dualara cevap vermez, vermiyor da zaten; zira “sünnetullah”a aykırı bu dualar, çünkü miskin miskin oturduğumuz yerden her şeyi ondan bekliyoruz kendimiz dille dua etme dışında harekete geçmiyoruz.
 
Sorumsuzluk, ahlaksızlık, günü kurtarmacılık gibi zafiyetlerden ve düşüklüklerden duaya sığınarak kurtulacağımızı sanıyoruz. Hareket yok, eylem yok. Duayı bir sihirli değnek gibi görüyoruz. Bu tür bir algı bireyciliğin ve bencilliğin tezahürüdür. Hesap günü, hesabımız gerçekten çetin olacak. Elimizle yaptığımızın karşılığını göreceğimizi söyleyen Rabbimize, erdemli işler yapmadan dilimizle yalvarmak sonuç getirir mi? Eylemsiz bir dua, dua mıdır?
 
“Dualarımızın kabul olması için öncelikle esaslı bir tövbede bulunalım.
Öncelikle “dua, dua edeni değiştirir.”
Dua eden ümitsizlikten çıkar gaybın sahibi Allah’a yaklaşır.
Dua eden, dua ettiği müddetçe korkularından kurtulur. Kıyamet koparken elindeki bir fidanı dikmenin sorumluluğuna ve erdemine gark olur.
Dua eden sorumluluk sahibidir. Bu nedenle sorumluluk sahibi birey, incinmemeyi ve incitmemeyi erdem bilir.
Dua edenler sadece Allah’a teslim olur, iman gücü ile dünyevi bütün güçlere kafa tutar.
Tövbe edemeyenler dua edemez.
Kendisinden başka kimseleri sevmeyenler dua edemez.
Kibriyle mağrur olanlar dua edemez.
Ah ihlâs ile dua etmeye bir başlayabilsek…”5
En doğrusunu Allah bilir.
 
Selam ile.
 
First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Din, kültür, medeniyet sapkınları boş durm ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Dinde Peygamberin Örnekliği ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Bilim ve Din Çatışır Mı? ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Taklit ve Atalar Kültür ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Gazze Halkına Gazel Okuyan Müslüman Coğraf ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Sözün Bittiği Yer Gazze ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 Davet Yolunda Dikkat Edilecek Hususlar ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Ramazan ve takva etkisi ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Zulümden yorgun düşen bizler! ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Ramazan ve Duyarlı Müslüman.. ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.