Hasan Delice / Erzincan
Selamun Aleyküm! Değerli kardeşlerim sizlerden bir ricam olacak.: Araf suresinin 6. Ayetinde: “Andolsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız.” buyruluyor. Burada kafama takılan şey Peygamberler masumdur, onlar günah işlemezler, hata yapmazlar deniliyor. Böyle olunca burada onlara ne sorulacak, niçin sorulacak? Bu ayetin geçmiş olduğu bağlam içinde izah ederseniz sevinirim.
Cevap: Aleyküm selam Hasan kardeşim! Birçok konuda olduğu gibi Peygamber anlayışımızda da bir takım yanlışlıklar bulunmaktadır. Özellikle Peygamberlerin masumiyeti konusu toplum tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bir insanın masumluğu yani hatasız oluşu daha ötesi günah işleyecek hata yapacak bir yapıda olmaması asla düşünülemez. Böyle bir anlayış insanı ilahlık makamına koymaktır. İlah olmayan her insan; insan olduğu sürece insanda bulunan her türlü özelliğe sahiptir. Peygamberde olsa İnsanın yaptığı her işi yapacak durumdadır demektir. Bunu rabbimiz bizzat Kur’an da belirterek insanların bu algısını şöyle düzeltmiştir:
“De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh’ınızın, sadece bir tek İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 18/110)
Bunu derken Peygamberler de sıradan insanlardır, her türlü kire günaha bulaşır demek değildir. Allah’ın elçileri insanlar içerisinden seçilmiş kimselerdir. Anlayış olarak ahlak olarak insanların en iyileridir. Gelmiş olduğu aile almış olduğu terbiye ve işin en özellikli boyutu ise vahiyle bilgilendirilip Rabbince terbiye edilmiş kimseler olmalarıdır. Bu konuda bizzat resulün ifadesi:“Beni Rabbim edeplendirdi ve ne güzel edeplendirdi” buyurmuştur.
Elçilerin masum olduğu yer sadece Allah’tan almış olduğu vahiyler konusundadır. İnsanlığa gönderilen ayetler konusunda elçinin hiçbir dahli yoktur. Elçilik vasfı verilen ve bu vasfın gereği olarak elçilerin yapmış olduğu görev konusunu düşünelim. Elçi, kendisini elçi olarak görevlendiren zatın, istek ve arzularını kime ulaştırması istenmişse kendisinden herhangi bir katkıda bulunmadan aynen aldığı gibi muhatabına tebliğ ve teslim eden kimsedir. Mesajın içeriği ile ilgili hiçbir katkısı söz konusu olmadığı için; ister tehdit içersin isterse taltif içersin bunların sonucundan elçinin sorumluluğu yoktur. Tüm sorumluluk onu elçi olarak gönderene aittir. İşte bu anlamda elçi masumdur. Yani sonucundan sorumlu değildir demektir. Bunun için halk arasında “elçiye zeval olmaz” sözü meşhur olmuştur.
İşte Allah Teâlâ’nın Elçileri de bu anlamda masumdur. Tebliğ etmeye çalıştıkları din, düşünce, dünya görüşü ve bu dünya görüşüne ait algı, anlayış ve değer yargıları tamamen Allah Teâlâ’ya aittir. Okuduğu ayetler rabbinin kendisine tebliğ etmesi için göndermiş olduğu ayetlerdir. Onların hiç birini değiştirmeye, gizlemeye saklamaya hakkı yoktur.
“Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.”( Maide 5/7)
Hal böyle olunca Elçiler kimsenin hatırı için konuşmadığı gibi, almış oldukları emrin sonuçlarını hesap ederek maslahatçılık yapmaları da söz konusu değildir. Kendi aleyhine bile olsa açıklamak zorundadırlar. Açıklamış oldukları ayetler müşrik toplumun işine gelmeyince elçiyi suçlamak için; Allah’ın böyle bir şey söylemediğini ileri sürerek elçiyi Allah adına yalan söylemekle suçlamaları kendi hasetlerinin sonucudur.
“(Yahudiler) Allah’ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü «Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi» dediler. De ki: Öyle ise Musa’nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitabı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!” (Enam 6/91)
Ayrıca resulün okumuş olduğu ayetleri Allah’a yakıştırmayarak Resule şöyle diyorlardı:
“Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı!
“Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyeceği (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalıydı. (Ayrıca) o zalimler (müminlere): Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız! Dediler.” (Furkan25/7-8)
Bunun böyle olmadığını rabbimiz şöyle bildiriyor:
“Batmakta olan yıldıza andolsun ki,” “Arkadaşınız Muhammed ne sapıttı ne de azıttı.” “O kendi heva ve hevesinden konuşmuyor” “Söyledikleri, kendisine indirilen bir vahiydir.” (Necm 53/1-4)
Ayetlerde belirtildiği gibi Elçinin Allah’tan gelen vahiyler konusunda hiçbir dahlinin olmadığı için ayetlerin ifade etmiş olduğu hükümler konusunda masumdur. Asla bunların sonucundan Elçiye bir sorumluluk yüklenilemez. Ancak vahyi tebliğin dışında yapacağı her işten aynen diğer insanlar gibi sorumludur. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ ona da:
“Öyleyse sen, emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et. Beraberindeki tevbe edenler de. Aşırı gitmeyin. Çünkü O, yaptıklarınızı görür. ” (Hud 11/112)
İşte Elçilerin hesaba çekileceği konusu burada devreye giriyor. Kurulan mahkemede önce elçiye verilen vahiyleri ümmetine tebliğ edip etmediği sorulacak. Bunun cevabı alındıktan sonra da o ümmetin bu vahiyler karşısında ne yaptıklarının hesabı sorulacaktır. Bu durumu Maide suresinin son ayetlerinde İsa (as)’ın şahsında şöyle anlatılıyor:
“Allah buyurmuştu ki: Ey Meryem oğlu İsa; sen mi insanlara: Beni ve annemi Allah’tan başka iki ilah edinin, dedin? Demişti ki: Tenzih ederim Seni, hak olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer ben, onu söylemişsem; Sen, onu elbette bilirsin. Sen, benim içimde olanı bilirsin, ama ben Senin zatında olanı bilmem. Doğrusu görülmeyeni en iyi bilen Sensin, Sen.”
“Ben onlara sadece bana emrettiğini yani «Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk ediniz dedim. Aralarında bulunduğum sürece onların üzerinde gözetleyici oldum. Fakat sen canımı alınca onların tek gözetleyicisi Sen oldun. Her şeyin şahidi Sensin.”
“Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin» dedi.” (Maide 5/116-118)
Araf suresinin 6. Ayetinde anlatılmak istenen durumun mahiyeti işte budur. Maide suresinin son ayetleri durumu müşahhas olarak ortaya koymuştur. Orada anlatılmak istenende budur. Hesap günü tüm insanlığın istisnasız yapıp ettiklerinden hesaba çekileceği anlatılmaya çalışılmaktadır. Kimsenin yaptığı yanına kalmayacak, Zerre kadar hayrın ve şerrin karşılığı görülecektir. Bu manzarayıda rabbimiz şöyle ifade ediyor:
“Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı, yeryüzü ağırlıklarını dışarıya çıkardığı ve insanın: «Buna ne oluyor?» dediği zaman; “ İşte o gün yer, üstünde olan biten her şeyi anlatır:” “Çünkü Rabbin kendisine vahyetmiştir.” “O gün insanlar işlerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük dönerler.” “Her kim zerre kadar hayır işlemişse onun karşılığını görür.” “Kim de zerre miktarı şer işlemişse onun karşılığını göür.” (Zilzal 99/1-9)
İşte sonuç böyle önümüze konularak, ölmeden evvel ölmenin / ölmüş gibi düşünerek bu günlere hazırlanmanın fırsatı verilmektedir. Düşünüp öğüt alanlara, hesabını tutturmaya çalışanlara selam olsun!
|