Soru: Değerli Kardeşlerim! Allah’ın selamı rahmet ve bereketi üzerinize olsun! Yürütmüş olduğunuz yayın hizmetinden dolayı emeği geçen tüm kardeşlerimden Allah razı olsun diyorum. Sizlerden istirhamım Nisa suresinin136. Ayetinde verilmek istenen mesajın mahiyetini açıklamanızdır. İman edenlere yeniden iman edin emri veriliyor. Bunun hikmeti nedir?
Cevap: Abdül Fettah kardeşim! Selamınız ve hasbi dualarınız için bil mukabele diyor ilginize teşekkür ediyoruz. Allah cümlemizi razı olacağı işleri yapmaya muvaffak kılıp razı olduğu kullardan eylesin inşaallah.
Sormuş olduğunuz konunun hikmetine gelince; Allah Teâlâ kitabının tümü için ; “Hikmetli Kur’an’a yemin olsun ki, sen gönderilmiş elçilerdensin” buyuruyor. (Yasin 36/2-3) Bu nedenle kitabın tümü hikmettir. Onun hiçbir ayeti veya hiçbir kelime¬si boş yere kelam olsun diye konulmamıştır. Konuya bu açıdan bakarak değerlendirmeye çalışmamız gerekmektedir. Özellikle ayetleri değerlendirirken o ayetin bulunduğu bağlamla birlikte değerlendirerek mesajını doğru anlamak gerekir. bu nedenle 135.Ayetten140. Ayete kadar birlikte değerlendirmemiz gerekmektedir. Konunun başında öncelikle inanan insanı, ahlaki bir olgunluğa davet ederek adaleti ayakta tutmaya, kendisi ve ana-baba ve yakınları için, zengin fakir ayrımı yapmadan adaletle şahitliği tam olarak yapmaya çalışın. Şahitliğe çağrıldığınızda eğip bükmeden Allah için dosdoğru şahitlik edin emrinden sonra; aksini yaparsanız Allah yaptıklarınızı bilmektedir tehdidinde bulunuyor:
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutun. Kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa 4/135)
Bundan sonra yine iman edenlere iman konusunda nelere nasıl iman etmeleri gerektiğini ayrıntılı olarak açıklamak için şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” (Nisa 4/136)
Bu sure Medine’nin ilk yıllarında inmiştir. Mekkeli Müslümanlar on yılları geride bırakmış olsalar da, Medine halkının ekserisi henüz yeni iman etmiş kimselerdir. Özellikle Bedir zaferinden sonra gurup-gurup gelip iman edenlerin çokluğu bilinmektedir. Hem bunlar için hem de kıyamete kadar iman edecek olan insanlar için; Allah, kitap, elçi, melek ve ahiret konusu bir bütünlük arzetmektedir. Keza ilk insandan itibaren gönderilen elçiler ve kitaplar da öyle. Bunların hepsi Allah’tan insanlara sadece Allah’a kul olmalarını sağlamak için gönderilmiştir. Zaman, zemin ve şahıslar farklı olsa da ana ilkeleri ve amacı aynıdır. Hiçbir toplumun/ümmetin kendisinin mensup olduğu elçiye ve kitaba iman etmekle iman etmiş olmayacağının da bilinmesi gerekmektedir. Medine halkının arasında bulunan Yahudiler Musa (as)’a iman ettiklerini söylemelerine rağmen; Kur’an’a ve Hz. Muhammed (as.)’ın elçiliğine iman etmiyorlardı. Aynı zamanda Münafıklar “iki arada ve bir derede” imanları gidip geliyordu. İmanın iman olabilmesi için inanılması gereken her şeyi kapsayıcı ve süreklilik özelliği taşıması gerekmektedir. Bu nedenle bir sonraki ayette münafıkların bu özelliği dile getirilerek:
“İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.” (Nisa 4/137)
Burada kastedilen zümrenin önce inançlarının durumu açıklanmış sonra da bizzat isim verilerek hükümleri belirtilmiştir:
“Münafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele!” (Nisa 4/138)
Bu son ayet daha net olarak durumu aydınlatmaktadır. Bunların gerçekten inanmak gibi bir derdi olmadığı için kendilerine dünyada ikbal sağlayacak çoğunluğun yanında yer almak için, hem Yahudileri ve müşrikleri memnun etmeye çalışıyorlar. Hem de; “ biz de iman ettik” diyerek müminleri ve Allah’ın elçisini aldatmaya çalışıyorlardı. Gerçekte ise, kendilerince güçlü zannettikleri Yahudi kabileleri ve Mekke’nin kâfir ve müşrikleri ile birlikte olduklarını söylüyorlardı. Onlarla işbirliğine kalkıyorlardı. Bu durumlarını ise Allah Teâlâ şöyle deşifre ediyordu:
“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” (Nisa 4/139)
Onların yakınında olup söz ve sohbetlerinde bulunan müminler için de gerekli uyarı yapılarak, tedbirli olmaları sağlanmaktaydı:
“O (Allah), Kitap’ta size şöyle indirmiştir ki: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar bundan başka bir söze dalıncaya (başka bir konuya geçinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz.
Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa 4/140)
Burada “tarih, tekerrürden ibarettir” sözü yine tekerrür ediyor. Bu ayetlerin uyarmasından yaklaşık 1430 yıl geçmiş, köprülerin altından çok sular akmış olmasına rağmen; insanlık aynı hastalığı taşımaya devam ediyor. Kendisini İslam’a nispet edenlerden ve ehli kitap diye bildiğimiz diğer kimseler de mensubu olduğunu söylediği elçiden başkasını sahiplenmez. Hal bu ki müminlerin özelliklerini bildiren birçok ayette:
“Onlar gayba inanırlar, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da infakta bulunurlar. “Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene de iman ederler; ahiret gününe de kesinlikle inanırlar.” (Bakara 2/3-4)
İşte mümin olmanın ayrıcalığı budur. Bu ayrıcalığa sahip olmak için Nisa 136. Ayete dönersek; iman edenlerin ‘nelere nasıl’ iman etmesi gerektiğini açıklayan bu ayeti daha doğru anlama imkânımız olacaktır.
Bu gün insanlar Allah’a inanmakla kendilerinin mümin olduğunu zannediyorlar. Bu olması gerekenin sadece bir kısmıdır. Esas olan ise bu imanın tüm hayatı kuşatan davranışa dönüşmesidir. Hayatın her safhasında her iş ve anlayışta inanmış olduğumuz Allah’ın olaylara dahlini, eşyaya koymuş olduğu hükmünü icraata dönüştürmemiz gerekmektedir. Bu olmadan ben de Allah’a inanıyorum diyen yalın bir ifadenin bir kıymeti harbiyesi olmayacaktır. İnsanlığın yanıldığı nokta burasıdır. Ses var görüntü yok, söz var icraat yok! Hâlbuki Allah Teâlâ elçisine ve beraberinde iman ettiğini söyleyen müminlere: “Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olunuz” buyuruyor. Bu vasıf kıyamete kadar her şahıstan tek tek istenmektedir. Sözün özü hayatı istediğimiz gibi yaşayıp sonra da ben de inanıyorum demek bizi kurtarmayacaktır. Bizi kurtaracak söz Allah’a Allah’ın istediği gibi inanıp yine O’nun ilkelerini belirlediği gibi bir hayatı yaşamakla mümkün olacaktır. Aliya İzzet Begoviç insanları tasnif ederken yapılan yanlışı şöyle dile getiriyor: “Sizler genelde insanları ikiye ayırırsınız, İnananlar ve inanmayanlar diye. Aslında birde inanıyormuş gibi yapanlar var. Bunların sayısı ise çok fazladır!!!
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?”
“Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (ankebut 29/2-3)
“Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden kolayca cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Allah’ın elçisi ve onunla beraber müminler: «Allah’ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah’ın yardımı şüphesiz yakındır.” (Bakara 2/214)
Ancak Allahın yardımı gerçekten inanıp yaşayanlara yakındır.
Allah’ın yardımına layık olanlara selam olsun!
|