Rivayet tefsiri: Buna me’sur veya nakli tefsir de denilir. Seleften nakledilmiş eserlere dayanan tefsirdir. Diğer bir deyimle, rivayet tefsiri, bazı ayetleri beyan ve tafsil etmek için, bizzat yine Kur’an’daki başka ayetlerle, Hz. Peygamberin sahabenin sözleriyle açıklanışı şekline denir. Hatta bazıları buna tabiunun sözlerini de ilave ederler. Rivayet tefsiri bidayette rivayet tarikiyle başlamış, Hz. Peygamberden sahabeye, onlardan tabilere intikal etmiştir. Artık tedvin devri başladıktan sonra rivayetler eserlerde toplanmaya başlamıştı. Ali b. Ebi Talha, Ebi Ravk ve İbn Cüreyc tefsirleri gibi.[2] Kur’an’ın müfessir bir kitap olması ve Hz. Peygamber’in sahih hadis/sünnetlerinin Kur’an’ı açıklaması hususunda bir tereddüt yok ancak; Hz. Peygamber, sahabe ve tabiuna isnat edilen rivayetlerin sıhhati Kur’an’ı açıklanması ve anlaşılması hususunda tereddütler arz etmektedir. Bu açıdan rivayet tefsirleri üç noktadan eleştiriye açıktır: Uydurma rivayetlerin çokluğu, israiliyat ve isnadların hazfı.
Meşhur rivayet tefsirlerinin sayısı 10’u bulmaktadır. Bu meşhurlardan İbni Kesir (ö. 1372), Taberi (ö. 922) ve Semerkandi’nin (ö. 993) tefsirleri Türkçeye çevrilmiştir. Camiye giren gayri müslimin Müslüman sayılamayacağı gibi, tefsire giren her malumatın da Kur’an’dan ve Kur’an’ın izahından sayılması mümkün değildir. Okuyucu – ehl-i tetkik hariç- doğal olarak bu rivayet tefsirlerindeki malumat(lar)ı Kur’an’ın açıklaması sadedinde kullanmaktadır. Bu malumatlar bazen birbirine zıt olabilmektedir. Okuyucu bunu da ayetlerin pek çok manalarından biri olarak kabul et(tiril)mektedir. Kur’an’da çok anlamlı kelimeler var ancak bir ayet içinde bir kelime bir anlama gelir. Başka ayetlerde de başka anlamlara gelebilir. Bu da bağlamla tespit edilir.[3] Fakat bir ayet içinde çok anlamlı bir kelimenin bütün anlamlarının kast edilmesi mümkün değildir. “Yüzümü yıkadım.” cümlesinde “yüz” kelimesi insan göz, ağız ve burnunun bulunduğu iki elinin içi kadar olan ve kafatasında bulunan vücudunun bir kısmını ifade eder. Biz bu cümlede sayı, insan yüzü, yüzmek fiilinden emir kipi “yüz” anlamlarının hepsinin kastedildiğini iddia edebilir miyiz?
Müslümanlar toptan ret, toptan kabul mantığından kurtulmalı; seçici bir zihin yapısına kavuşmalıdır. Bir eserdeki her şeyi kabul etmek, pirinci taşlarıyla pişirip yemeğe benzer. Her defasında da böyle yaptığımızda neticeyi düşünebiliyor musunuz? İşte bizim okuma mantığımız buna benziyor. Zihin dişlerimizi kırıyor. Sonra da hazımsızlık çekiyoruz. İşte bu tetkik etmeden almak Müslümanlar arasında itikadi, siyasi, fıkhi ayrılıklara sebep olmaktadır. Bir rivayet kriterimiz olmalıdır. Bunlar: Kur’an’a arz, Hz. Peygamberin uygulamasına arz, bilime arz, tarihe arz ve akla arz olmalıdır.
Rivayetlerin Araştırılmadan Nakledilmesi
Rivayet tefsirlerinde en önemli hata, tefsirlerde başvurulan rivayetlerin tahkik edilmeden aktarılmış olmalarıdır. Yani, geçmiş dönemlerden tevarüs eden rivayet külliyatının, üzerinde araştırma yapılmaksızın, olduğu gibi nakledilmesidir. Buna, geçmişe ait geleneğin hiçbir kritiğe tabi tutulmadan aynen aktarılması da denilebilir.
Rivayet tefsirlerinin çoğunluğu, farklı ölçülerde de olsa tahkik edilmeyen; hükümleri, ihtiva ettiği sonuçları üzerinde durulmadan nakledilen nice zayıf ya da uydurma rivayet ve haberlerle doludur.
Tefsir faaliyetinin ilk dönemlerinde nakledilen rivayetler, senetleriyle birlikte veriliyordu. Fakat sonraları bu senetler de zikredilmez oldu. Bu nedenle okuyucunun kendisi, rivayeti tahriç ve tahkik etme imkânından da mahrum kalmış oldu.[4]
Tefsirlerde senetsiz olarak zikredilip, tahkik ve tahriçten yoksun olan uydurma rivayetlerin en meşhur olanları, surelerin faziletleri ile ilgili haberlerdir. Bunlar, Sa’lebî (427/1036), Vahidî (468/1075), Zemahşerî (538/1143) ve Beydâvî’nin (685/1286) eserlerinde hemen her sure bağlamında muntazam bir halde mevcuttur. Bu rivayetler, ilim ehlinin ittifakı ile mevdu’dur, yani sonradan uydurulmuştur. Raslullah’a nispeti sahih değildir.[5]
Görüldüğü gibi bu tür nakiller, sadece rivayet tefsirlerinde değil, Zemahşerî ve Beyzâvî’ye ait olan ve dirayet tefsiri kabul edilen eserlerde de mevcuttur.
Tefsirlerde yer alan ve tahkik edilmeden nakledilen pek çok uydurma olay ve haber, maalesef İslâm’a mal edilmiş, bundan da çoğu kez Müslümanlar zarar görmüştür. Meselâ bunlar arasında pek çok tefsirde yorumsuz bir şekilde Hz. Peygamber’in, halasının kızı Zeynep ile evlenmesine sebep olarak nakledilen meşhur kurgu,[6] Peygamber karşıtı insanların ağzında adeta sakız olmuştur.
Her Ayet Hakkında Rivayet Yazma Gereği
Rivayet tefsirlerinde diğer bir hata ise, Kur’an’ı bu yolla tefsir eden müfessirlerin, hemen her ayetin tefsirinde kendilerini bir şekilde rivayet nakletme konusunda mecbur hissetmeleridir. Bunu, müfessirin geleneği ve kendine kadar ulaşmış bulunan mirası bir şekilde aktarma zorunluluğu hissetmesi olarak ifade etmek de mümkündür.
Bunun her zaman bilinçli olarak yapıldığı belki söylenemez. Ancak, şöyle bir gerçeğin varlığı da inkâr edilemez: Bu tavır, sonuç itibariyle onların ister-istemez, tutarlı ve tutarsız her türlü rivayeti nakletmelerine sebebiyet vermiştir.
Ayrıca, ayet ve surelerle ilgili rivayet külliyatının müfessiri şartlandırıp, yönlendirdiği de söylenebilir. “Bunlar –şayet sahih iseler- şunu gösterir; değilse şöyle şöyledir.” türünden açıklama ve yorumlara rivayet tefsirlerinde sıkça rastlanır.
Meselâ Taberî (310/922), sadece Fatiha suresini tefsir ederken, her biri farklı varyantla gelen yetmişten fazla rivayete yer vermiştir.[7] Yine Hz. Davud’u hakem yapan iki davacıdan bahseden Sâd suresi 22-24. ayetleri yaklaşık sekiz-dokuz sayfalık rivayetler zinciriyle süsleyerek bize aktarmaktadır.[8] Böyle olunca, sahihiyle zayıfıyla pek çok rivayet karmaşık bir şekilde aynı yerde bulunmakta, kıssaların detaylarına dair isrâîlî haberler de bunlara eklenmekte ve ayetlerin asıl hedefi neredeyse tamamen göz ardı edilmektedir.[9]
Taberî’den çokça yararlanan Suyûtî (911/1505) de tefsirinin tamamında hemen her ayet hakkında gerek Raslullah’a dayanan (merfû’), gerekse sahabe ve tabiûna isnad edilen rivayetlere genişçe yer vermiştir. Meselâ Duhâ ve İnşirah surelerindeki her ayetle ilgili çok sayıda rivayet aktarır. Duhâ suresini sekiz sayfada ve sayıları altmışı bulan rivayetlerle tefsir eder.[10]
Burada şunu da ifade etmeliyiz: Bir ayet veya sure hakkında nakledilen rivayet sayısının fazlalığı elbette tek başına, o eser veya tefsir için bir güvensizlik emaresi veya delili olamaz. Ancak, anlaşılması hiç de zor olmayan pek çok ayetin tefsirinde sayısız haber, kıssa ya da söylentiye başvurulunca; ister istemez yalan-yanlış haberlerin tetkik edilmeden, belki de dikkatsizlik sonucu aktarılması söz konusu olabilecektir. Yukarıda bahsedilen İnşirah suresinin 2. ayeti olan “Yükünü üzerinden kaldırmadık mı?” ayetinde geçen “vizr” kelimesini “zenb/günah” olarak açıklayan birtakım rivayetlerle tefsir etmeyi, bu duruma bir örnek olarak zikredebiliriz.[11]
Sonuç: Allah Kur’an’ın öğretilmesini de, açıklanmasını da üzerine almıştır. Kur’an, kendi kendini açıklar. Birçok konu, Kur’an’da birden fazla yerde ele alınmıştır. Kur’an’ın bir ayetinde anlaşılması gerekli konu tamamlanmadıysa, başka bir ayette açıklanır. Hadis, tefsir, ilmihal kitapları olmadan da Kur’an yeterli ve eksiksizdir. Ayetler, Kuran’ın kendisini açıkladığını ve kendi içinde en güzel yorumu (ahsena tefsira 25/33) barındırdığını söyler. Kuran’ın, kendini açıklamasına şu örneği verebiliriz: 1-Fatiha 4. ayet “ (O) Din gününün sahibidir.” şeklindedir. “Din günü”nün ne olduğunu anlamayan kişiler, Kur’an boyunca ilgili ifadenin yer aldığı tüm ayetleri incelediklerinde bu sorunun cevabını bulacaklardır. Bu terimin 15-Hicr /35, 26-Şuara/82, 37-Saffat/20, 38-Sad/78 ve 83-Mutaffifin/11. ayetleri inceleyenler; bu terimin, öldükten sonraki yeniden dirileceğimiz günü ifade ettiğini anlarlar. Bazıları bu açıklamalara tefsir diyor. Bunu zaten Kur’an kendisi yapıyor.[12] Bu örnekte olduğu gibi din adına anlamamız gereken tüm bilgi Kur’an’da vardır. Kur’an kendi kendini açıklar. Kur’an’da yer alan bir hususun, hemen anlaşılmaması gibi bir durumda, Kur’an’ı dikkatlice incelemeye devam etmek ve cevap bulma aceleciliğiyle, içinde uydurmaların dolu olduğu kaynaklara başvurmamak gerekir. Gerek geçmişte gerekse günümüzde 30 cilde varan tefsirler yazılmış. Bunlardan kimi rivayet tefsiri ki çoğu asılsız rivayetleri Kur’an’ı açıklıyor diye ayetlerin altına doldurulmuştur. Dirayet tefsirleri var ki mutezile ve şiaya cevap niteliğindedir. Mezhebi/fıkhi tefsirler var ki müellif kendi mezhebini doğru çıkarmak için ayetlere takla attırmış durumdadır. Tasavvuf tefsirleri var ki onda İslam’ın izini bulmak imkânsızdır.
[1] Bu çalışmada Muhammed Vehbi DERELİ’nin “KUR’AN TEFSİRİNDE YANILGI SEBEPLERİ VE BUNLARDAN KORUNMA YOLLARI” isimli eserinden faydalanılmıştır.
[2] İsmail CERRAHOĞLU, Tefsir Usulü, 228; İsmail CERRAHOĞLU, Tefsir Tarihi 2/131
[3] Bakınız, Şahin GÜVEN Çok Anlamlılık Sorunu,237-307
[4] Zehebî, Muhammed Huseyn, et-Tefsîr, I, 212; Şimşek, M. Sait, Tefsir Problemleri, s. 395
[5] İbn Teymiyye, Takiyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm, Mukaddime fî Usûli’t-Tefsîr (Nşr. Adnan Zerzur),
Müessese-i Risale/Daru’l-Kur’ani’l-Kerim, Beyrut-Kuveyt, 1392/1972, s. 76.
[6] Güya Zeynep’i Zeyd’e nikâhladıktan bir süre sonra, Rasûlullah’ın gözü tesadüfen Zeynep’e ilişmiş, birdenbire onun güzelliği gönlünde yer etmiş de “Gönülleri çeviren Allah’ı tespih ederim.” demiş. Zeynep de bunu işitmiş, Zeyd’e söylemiş. Zeyd’e durum intikal edince o, Zeynep’le beraberliği uygun görmeyerek Rasûlullah’a gelmiş: “Ben eşimden ayrılmak istiyorum.” demiş. Rasûlullah da: “Ne var, seni ondan şüpheye düşürecek bir şey mi oldu?” buyurmuş. Zeyd: “Yok. Vallahi ben ondan hayırdan başka bir şey görmedim. Fakat şerefli bir aileden gelmesi dolayısıyla kendisini benden büyük görüyor.”demiş. Ve o zaman Rasûlullah, “Hanımını nikâhında tut!” buyurmuş… Taberî, Kurtubî, , Zemahşerî, Beydâvî, Nesefî, Suyûtî, (Ahzâb 33/37. âyetin tefsiri)
[7] Taberî, Câmiu’l-Beyan, I, 89-117 (151-224. rivayetler).
[8] Taberî, Câmiu’l-Beyan, X, 566-574.
[9] Uygun görmediği, gereksiz bulduğu rivayetler konusunda sessiz kalmayan müfessirlerden biri olan M. Hamdi Yazır (v. 1942), yukarıda geçen ayetlerin tefsirinde “Bu kıssa hakkında birçok laflar edilmiş, masallar söylenmiştir.” diyerek bunlara hiç girmez. (Hak Dini, VII, 466.) Böylelikle onun, tefsir rivayetleri karşısında tamamen pasif bir müfessir olmadığını söyleyebiliriz. Bkz. Albayrak, İsmail, Klâsik Modernizm’de Kur’an’a Yaklaşımlar, s. 175
[10] Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, VIII, 539-546.
[11] Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, VIII, 548.
[12] Bu meseleyi daha iyi görmek için İktibas Çizgisi Dergisindeki “Kur’an’ı Kur’an’la Anlamak I-II isimli yazılara bakabilir.
|