SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 2 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Ömer YILDIZ
 
 
 
Makale Tarihi :  15.5.2019
Siyonizm ve Filistin?in Felaketi: Nekbe
“Yahudiler, ‘Allah’ın eli bağlıdır/Allah cimridir’ dediler. Hay, dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır/cömerttir, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (5/Maide: 64)
 
Siyonizm terim olarak siyasal bilimler jargonuna 1893 yılında girmiştir; hem politik bir hareketi hem de ideolojik bir inancı temsil etmektedir. Teorisyenliğini büyük oranda Theodore Herzl’in yaptığı ‘Yahudi Sorunu’nun ancak Yahudilerin kendilerine ait bir devletin kurulmasıyla çözülebileceği kanaatiyle oluşturulmuş bir harekettir.
 
Theodor Herzl bu idealini gerçekleştirmek için bildiği yer yolu hiçbir ahlaki kaygu taşımadan denemiştir. Bu bağlamda bizim açımızdan tam bir küstahlık örneği olan Sultan Abdulhamid’e şu öneriyi sunmaktan da imtina etmemiştir. “Filistin bizim aklımızdan hiç çıkarmadığımız tarihî yurdumuzdur. Filistin ismi, insanımızı eşsiz bir tesir ile kendine çekecektir. Eğer Sultan hazretleri bize Filistin’i verecek olursa, biz de karşılığında Türkiye’nin malî durumunu düzenleyebiliriz. Orada barbarlığa karşı medeniyetin yatağı olarak, Asya’ya karşı bir Avrupa seti oluşturabiliriz.”
 
Siyonizm 19.  yüzyılın sonlarında çeşitli ülkelerde önde gelen Yahudilerce ortaya atılan Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti kurma amaçlı, Yahudi ırkının diğer ırklardan üstün olduğu fikrine dayanan hastalıklı bir akımdır. Çıkış noktasını ise Kudüs’te bulunan Siyon dağından aldığı söylenir.
 
Siyonizm, Yahudiliği bir ırk olarak telakki edip, bütün insanlığı bu ırkla olan ilişkisine göre dost ve düşman kategorisinde değerlendirir.  Bu ırka ait kanı taşıdığını düşündükleri kişileri dünyanın neresinde olurlarsa olsun Filistin’de toplamaya çalışır. Bu açıdan İsrail devleti Siyonizm denilen milliyetçi ideolojinin bir ürünüdür ve bu devlet başından itibaren varlığını işgale, katliama, buralarda yaşamakta olanların yerlerinden yurtlarından edilmesine borçludur.
 
Aralarında Albert Einstein ve Hannah Arendt gibi ABD vatandaşlarının da bulunduğu otuz Yahudi entelektüel 1948 yılında New York Times’ta yayımlanan ünlü makalede Siyonizm’i tanımladılar.  Buna göre; Faşizmin üç ana özelliği olan; milliyetçilik, otoriterlik ve ırkçılık, ‘etnik açıdan saf’ bir devleti savunan mevcut İsrail rejiminin karakteristik özellikleri ortaya çıkarılmış olur.
 
Vladimir Dubnow, 1882’de Siyonizmin nihai amacını; “zaman içerisinde, vaat edilen İsrail toprağını almak ve Yahudilere iki bin yıldır hak ettikleri bağımsızlığı yeniden iade etmektir” şeklinde ifade etmiştir. Bu çerçeve göre “Yahudiler yeniden yükselecekler ve gerekirse silah kullanılarak kadim vatanlarının sahibi olduklarını ilan edeceklerdir.”
 
Ne acıdır ki pek çoğumuz Siyonizm’in gerçek yüzünü tanımıyoruz. Siyonistlerin gerçek yüzünü ifşa eden Yaşar Kutluay, Siyonizm ve Türkiye adlı kitabını yazdıktan sonra ortadan kaldırılmıştır; hâlâ cesedinden bile haberimiz yoktur. Kitabın kapağında Siyonizmin ne olduğu şu şekilde özetlenir: “Siyonizm ve Siyonist kelimelerinin çok eski bir tarihi vardır. Siyonizm; en geniş anlamıyla ‘Arz-ı Mev’ud’ yani Filistin dışındaki bütün Yahudileri yine orada toplamak ve sonra da Süleyman Mabedi’ni Siyon Dağı üzerinde yeniden inşa etmek idealdir.” Başka bir deyişle üstün ırk olduğuna, dünyanın merkezinde olduklarına inanan Yahudilerin 2500 sene önce yaşadıkları ve asli vatan olarak gördükleri topraklara eninde sonunda tekrar dönmeleri gerektiği ideolojisidir.
 
Siyonizm Filistin’in sömürgeleştirilmesinin pekiştirilmesinde bir fırsat olarak görülmüştür. Bu sömürünün gerçekleştirilmesine engel olacaklarını düşündükleri her hareket ve düşünce bir şekilde Siyonistler tarafından etkisiz hale getirtilmiştir. Bunun alt yapısı da anti-semitizm ile oluşturulmuştur. Siyonist İsrail söyleminde anti-semitizm, Filistin’in Yahudi sömürgeciliğinin devamını sağlamanın bir kamuflajı olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda Siyonizm kendisini Yahudilere karşı anti-semit tehditlere bir tepki olduğunu varsayar. Çükü onlara göre anti-semitizmin sona ermesi ile Siyonizm’in varlık nedeni tehlike altına girecektir. Yani artık Yahudileri, yeni İsrail devletine gitme ihtiyacı için ikna edilemeyecektir.
 
Genel hatlarıyla anti-semitizm kavramı Yahudi düşmanlığı olarak tanımlanılır. Ancak işin tuhaf tarafı kimse bu Yahudi düşmanlığının nereden kaynaklandığını ve sebebinin ne olduğunu açıkça söylemez. Bir Müslüman tamamen haklı gerekçelerle İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamları ve yahut Arz-ı mev’ud yani Tanrı Yehova’nın kendilerine vaad ettiği topraklar ütopyasından kaynaklanan yayılmacı, emperyalist düşüncelerini eleştirdiğinde veya Roger Garaudy örneğinde olduğu gibi konuyla ilgili bir kitap yayınlamaya kalktığında kitabını bastırama imkânınız olmadığı gibi anti-semitik olarak damgalanır ve medyanın müthiş sansürüyle beraber görülmemiş bir linç kampanyası ile karşılaşır.
 
Bozgunculukları nedeniyle tarihte pek çok defa yurtlarından çıkartılmalarından ötürü ve son olarak Hitler tarafından “soykırıma” uğratıldıkları tezi üzerine bina edelin anti-semitizm sayesinde dünya genelinde dağınık haldeki Yahudileri Filistin’e göç ettirme politikası hep sıcak tutulmuştur ve aynı politika bugün de sürdürülmektedir. Ancak kendilerinin “soykırım”a tabi tutulduklarını iddia eden Siyonistler, Filistin de Müslümanlara karşı daha büyük facialara imza atmaktan da geri durmamışlardır. Siyonist devletin ilanından hemen sonra gerçekleşen şu örnek dikkate değerdir.
 
“İsrail’in en büyük gazetelerinden Maariv’in, 21 Ocak 2000 günkü manşeti “Tantura’da Katliam!” şeklindeydi. Amir Gilat imzalı haber, İsrail’in kuruluşunun ilân edilmesinden bir hafta sonra, 22-23 Mayıs 1948’de Hayfa kentinin güneyindeki Tantura kasabasında sivil Araplara vahşi bir katliam uygulandığını vurguluyor, olayda İsrail ordu birliklerinin başrol oynadığını belirtiyordu. Gilat, haberini 1998’de Hayfa Üniversitesi’nde Teddy Katz tarafından hazırlanan 150 sayfalık bir yüksek lisans tezine dayandırmıştı.
 
Haberin içeriği, İsrail’in kurulduğu topraklardaki Arap nüfusun “kendiliğinden ve gönüllü olarak” bölgeyi terk ettiğini savunan resmi Siyonist tarih teziyle taban tabana zıttı. Dahası, bin 500 nüfuslu bir sahil kasabası olan Tantura’da, İsrailli askerler tarafından katliamdan geçirilen 250’ye yakın erkeğin tamamen savunmasız ve silahsız olduğunun vurgulanması, İsrail ordusunun ‘etik’ kodlarını da tartışmaya açıyordu. Habere göre, kurbanların evleri teker teker basılmış, tutuklanan Araplara kendi mezarları kazdırılmış, daha sonra hepsi kurşuna dizilmişti.” (http://www.yenisafak.com/yazarlar/tahakilinc/bir-akademik-tezin-seruveni-2037418)
 
Anti-semitizim Yahudi seviciliğidir. Siyonistler bu aparatı bozgunculuklarını ve zulümlerini meşrulaştırmanın aracı olarak kullanmaktadır.   Siyonist sömürgeciliğin sonlandırılmasına dair her çağrının anti-semitizm argümanıyla karşı karşıya bırakılması bu nedenledir. İsrail her fırsatta, Filistin toprağının sömürgeleştirilmesinden bahsetmenin Yahudileri hedef alan anti-semitizmden dikkati başka yöne çekmek olduğunda ısrar eder. Bunun içinde her yol ve zemini kullanır. Mesela Siyonistler tarafından İsrail adlı faşist terör devletini korumak amaçlıyla kurulan BM’de 2011 yılındaki konuşmasında Binyamin Netanyahu Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki Yahudi sömürgeci yerleşimlere, Filistin direnişinin anti-semit olduğunu iddia etmiştir.
 
Biz Halit Meşal’in Gazze’de yaptığı konuşmada ifade ettiği gibi anti-semitik değiliz. “Yahudi oldukları için Yahudilerle savaşmıyoruz. Bizler Siyonist işgalciler ve saldırganlarla savaşıyoruz. Topraklarımızı işgal etmeye ya da saldırmaya kalkan herkesle de savaşacağız.”
 
İslam tarihinde ve Müslümanların egemenlik kurduğu hiçbir coğrafyada anti-semitizm/Yahudi düşmanlığı olmamıştır. Niçin? Çünkü İslam Yahudileri ehli-kitap kategorisinde değerlendirmiştir. Bundan dolayı onlara dinlerini özgürce yaşama hakkı verdiği gibi, mallarını canlarını, namuslarını, ticaret ve seyahat özgürlüklerini de garanti altına almıştır. Bizim medeniyetimizin kodlarında ırkçılık yoktur. İslam’ın damgasını vurduğu medeniyetimizin temelinde tüm renkleri, dilleri, ırkları ve kültürleri Allahın ayetleri olarak gören bir paradigma vardır.
 
15 Mayıs; Müslüman coğrafyanın tam kalbine hançer gibi saplanan Siyonist İsrail devletinin kuruluşunun BM’de ilan edildiği günün ertesi olan “Nekbe günü”  yani Filistinler başta olmak üzere tüm Müslümanların “Felaket günü” dür. İsrail’in kurulması Filistinliler için katliam ve sürgün hayatının başlaması anlamına geliyor, bu nedenle Filistinliler her yıl bu günü Nekbe/Büyük felaket adıyla anıyorlar.
 
Nekbe, İsrail’in kuruluşuyla başlamış büyük bir trajedinin adıdır. Terör rejimi İsrail tarafından öldürülen, işkence gören, hakları gasp edilen ve yurtlarından çıkarılan Filistinli kardeşlerimizin vatanlarına geri dönme mücadelesinin adıdır. Filistinli kardeşlerimiz her yıl 15 Mayıs’ta ortaya koydukları eylem ve kararlılıkla artık Nekbe Günü’nün kendileri için değil, işgalci rejim için büyük felaket olacağını gösterdiler.
 
İsrail Yahudileri, ülkelerinin kuruluş yıldönümünü coşku içinde kutlarlarken; İsrail, Batı Şeria, Gazze ve dünyanın dört bir yanına dağılmış, yurtsuz bırakılmış Filistinliler ise Nekbe /Felaket Günü’nde hem yurtsuzlaştırılmayı anarlar hem de bir politikaya dönüşüp devam eden Nekbe’yi protesto ederler. Her yıl, “Nekbe Günü” olan 15 Mayıs’ta Filistinli mülteciler bir taraftan evlerine dönme talebiyle gösteriler yaparken, diğer taraftan da uzun süredir kayıp olan evlerinin sembolü olan anahtarlarını saklayarak ümitlerini diri tutarlar.
 
Müslüman Filistinliler ve Yahudi toplumu arasında huzursuzlukların zirve yaptığı bir dönemde, Siyonist devletin kuruluşuna zemin hazırlamak ve hızlandırmak için İngilizlerin; mandası altındaki Filistin’den “Artık bize ihtiyaç yok” diyerek çekilmesiyle birlikte, 14 Mayıs günü İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edilmiştir.
 
İlanın hemen ertesi, 15 Mayıs 1948’de, Mısır, Suriye, Irak ve Ürdün, Arap Birliği’nin de desteğiyle İsrail’e savaş açılır. Ancak bu birleşik ordu püskürtülür. İsrail ordusu, bazı bölgelerdeki küçük direnişleri de katliamlarla bastırır. Kaybedilen savaşın neticesini takip eden günlerde resmi kayıtlara göre Filistin’deki Arab nüfusunun yarıdan fazlasına tekabül eden 700 binden fazla Filistinli evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalır, İsrail’in kurulduğu toprakların sahibi Filistinlilerin yüzde 85’inden fazlası köylerinden ve kasabalarından şiddet tehdit ve zor kullanılması sonucunda kovuldular, Deyr Yasin örneğinde olduğu gibi, binlerce Filistinli hunharca katledilir; köylerinden ve kasabalarından ayrılmaya zorlanırlar. 160 bin Filistinlinin dörtte biri de yurtlarında mülteci durumuna düşer.
 
Merkezi Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta bulunan ve aralarında Mısır, Lübnan, Ürdün, Irak ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin de bulunduğu 17 Arap ülkesinden oluşan BM Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonunun (ESCWA) 14 Mart 2017 tarihinde yayınladığı rapora göre;  İsrail, Filistinlilere karşı “ırk ayrımcılığı” uygulamakta ve yıllardır da uluslararası hukuku çiğnemektedir. Uluslararası toplumun bu duruma göz yummasından güç alan İsrail ırk ayrımcılığını Filistin halkına karşı bir devlet politikası olarak uygulamaya devam ediyor.
 
Normal şartlar altında Filistin topraklarında yaşayan insanların Yahudilerle hiçbir alıp veremeyecekleri yoktu. Filistinliler yüzyıllardır Yahudilerle de Hıristiyanlarla da sulh içinde yaşamış insanlardır. Yani özde Yahudi düşmanı sayılamazlar. Şu halde; Yahudilerle bir arada yaşamayı hiç sorun etmeyen milyonlarca Filistinlinin bu topraklardan sürülmesi, sürülemeyenlerin ise toplama kampını aratmayan şartlarda yaşamaya mecbur bırakılmasını insaf sahibi hiçbir kimse izah edemez
 
İsrail, 1967 yılında işgal ettiği topraklarda kök salmaya ve bütün BM kararlarına rağmen, yayılmacı politikalarını sürdürmeye devam etmektedir.  Yahudilerle hiç sorun yaşamamış, onlara bir zarar vermemiş, onlara saldırmamış insanları katlediyor, arazilerine zorla el koyup, direnenlerini zindanlarına tıkmakta ve her türlü düşmanlığı sergilemektedir. Bu vahşeti/barbarlığı da dini bir saik ile Siyonizm adına yapmaktadır.
 
Filistin’i Filistinlilerden arındırma politikası Siyonist devletin bağımsızlığının ilanından sonra, sınırları içinde kalan Filistinlilerin sürülmesi şeklinde 1950 yılının sonuna kadar devam eder. Yurtlarından edilenlerin geri dönmesine işgal rejimi İsrail hiç bir şekilde izin vermediği gibi dönüş hukuki açıdan da imkânsız hale getirilip, topraklarına el konulur. Her şeye rağmen dönmeye teşebbüs edenlere karşı Siyonist devlet şiddet kullanmaktan çekinmez. 1956’ya kadar, evine dönmek isteyen 5 bin Filistinli işgal güçleri tarafından katledildi. Dünyanın gözü önünde bu savaş suçları işlenirken, aslında bariz bir ‘soykırım’ ve ‘etnik temizlik’ olan ‘Nekbe’ dünyanın umurunda olmamıştır. Şu gün dahi her kesin malumu olduğu gibi İsrail’in zorbalığa dayalı işgal ve yerleşim politikaları hız kesmeden devam etmektedir.
 
Siyonist rejimin kuruluşunun ilan edildiği toprakların yerlisi olan Filistinlilerin yüzde 85’inden fazlası köylerinden ve kasabalarından ayrılmaya zorlandılar. Boşaltılan yerleşim birimleri yerle bir edildi. Ayrılanların Filistinlilerin yerine dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen Yahudiler yerleştirildi. Akre ve Hayfa gibi geçmişin köklü Filistin şehirleri boşaltıldı ve geçmişe ait izlerinden geriye pek bir şey bırakılmadı.
 
Siyonist İsrail devletinin bekası uğruna, bölgenin Filistinlilerden arındırılması politikası bağımsızlık ilanından önce başlamıştı. Yahudi “İrgun” tedhiş hareketinin katliamlarıyla, yüz binlerce Filistinli bölgeden sürülmüş, 200 civarında Filistin köyü işgal edilmiş ve yerli halk güç kullanılarak, zorbalıkla yurtlarından kovulmuştur. Siyonistlerin işgal ettikleri topraklarda yerli nüfusun yarısına yakını etnik temizliğe maruz kalmıştır. 1949 sınırlarını oluşturan topraklarda, savaştan önce 700 civarında Filistin kasabası varken, savaş bittiğinde bu rakam 170’e inmiştir.
 
Yahudi takvimine göre her yıl değişen 14 Mayıs’ın İsrail ve dünya Yahudilerinin çok büyük bir kesimi için “ İsrail’e Geri Dönüş”ün tescillendiği gün olarak kabul edildiği için, bir nevi bayram olarak kutlanır. İsrailliler için bir sevinç ve mutluluk günü olan 14 Mayıs’ta Siyonist devletin kuruluşu kutlanırken, Filistinliler 15 Mayıs’ta Nekbe’ye ağlar onlar için acıları ve kederleri paylaşma, bir felaketi unutmama günüdür.
 
İsrailli Filistinliler her yıl hem İsrail’in resmi bağımsızlık gününde hem de 15 Mayıs’ta Yahudi insan hakları aktivistlerinin de destek verdiği “Nekbe Günü” vesilesiyle bir araya geliyorlar ve gösteri yapıyorlardı. Ancak İsrail, 2012 yılı itibariyle çıkardığı bir yasa ile bu anma günü İsrail’in “Yahudi Devleti” olma durumunu inkâr anlamına geliyor gerekçesiyle kanunsuz ilan etmiştir. Siyonist resmi söylem, neşe ve mutluluk günü olması gereken bir günün yas günü haline getirilmesini bir meydan okuma olarak değerlendirmektedir. Yasağa rağmen her yıl çeşitli gösteriler yapılıyor ancak İsrail hükümeti de bu gösterilerin yapılmasını engellemek için elinden geleni yapmaktadır. Engellemeler nedeniyle çeşitli olayların vuku bulduğunu, tutuklamaların olduğunu ve hatta yaralanma ve ölüm vakalarına neden olunduğuna şahit oluyoruz.
 
Nekbe, olmuş bitmiş bir soykırım değildir. Bu günde devam eden bir durumdur. 1948-1949 savaşı sonucunda topraklarından edilen Filistinlilerin yurtsuzluk halinin devam etmesi ve mülteci durumuna düşen Filistinlilerin geri dönme talepleri bir insanlık hakkı olmasına rağmen kabul görmemesi; ne hazindir ki kimsenin bu kabule güç yettirememesi; bugün BM’ye kayıtlı 5 milyonun üzerinde Filistinli mültecinin olması Nekbe’nin sürdüğünün ispatıdır.
 
1967 savaşının ardından 300 bin üzerinde Filistinli topraklarından ayrılmaya zorlanmıştı. Ayrıca İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te Filistinlilerin topraklara el koyma ve ev yıkma politikaları acımasızca devam ediyor. Filistinlilerden arındırılan bu bölgelerde yeni yerleşim birimleri sürekli genişliyor. Filistinlilerin evlerine ve topraklarına el konulmak suretiyle 1949 sınırlarının dışında inşa edilen yerleşim birimlerinde yaşayan İsrail vatandaşı Yahudilerin nüfusu bugün itibariyle 600 bine ulaşmış durumda. Batı Şeria ve özellikle açık hapishane hükmünde olan Gazze’deki Filistin toplumu kuşatma ve askeri yönetim altında yaşamaya devam ediyor.
 
Filistin davası sadece Filistinlilerin üstesinden geleceği bir dava olmadığından bu gün kelimenin tam anlamıyla bir felaket yaşanıyor. Hem Siyonist rejim hem de Mısır’ın yeni Firavunu Sisi tarafından uygulanan ambargo ve kuşatma nedeniyle, Gazze’nin nefesi kesilmek isteniyor. İslam dünyasının Gazze’ye desteği ise “hiç” mesabesinde.  Mescid-i Aksa bir oldubittiye getirilerek işgal edilmek isteniyor. Müslüman ülkeler meselenin ağırlığını Filistinlilerin cılız omuzlarının kaldıramayacağının ayırdına varıp, çözüm için her alanda ciddi destek verip,  müstekbirlere karşı ümmet bilinciyle hareket etmek mecburiyetindeler. Zira Siyonist işgalciler ancak bu birlikten doğacak güç ile durdurulabilir.
 
Bugün, elini kaldıracak takati kalmayan Gazze‘ye yardımın yolu, geçici de olsa İsrail-Türkiye anlaşmasıyla açılabilirdi ama Müslüman dünyanın içler acısı halinden yararlanan İsrail, bu zaafı fırsat bilip, Mavi Marmara olayı ile bozulan ilişkilerin düzelmesi için Türkiye’den kopartabileceği tavizin azamisini almıştır. Yapılan mutabakat ile Türkiye ve Filistinliler lehine hemen hemen hiç olumlu bir netice çıkmamıştır.  Üstelik Mavi Marmara katliamının ardından İsrail’in Akdeniz’deki NATO tatbikatlarına katılmasını veto eden Türkiye, bu vetosunu kaldırdı. Vetonun kalkmasıyla, İsrail’in NATO karargâhında temsilcilik açması da süratle onaylandı. Belki bunlardan daha önemlisi ise; katliam yapan İsrailli askerlerin yargılanma hakkından feragat etmiş olmamızdır.
 
Tarihsel panoramada hiçbir İslam ülkesinin ve Müslüman’ın “soykırım” iddiasında dahli ve anti-semitizmin de tarihi ve akidevi temeli yoktur. Müslümanların böyle bir olayı da olmamıştır. Şu halde aklı başında tüm Yahudilere ve özellikle Siyonist İsrail devletinin yöneticilerine sormak gerekir. Size Avrupalılar gibi katliamı ve köleliği değil de insanca yaşamayı layık gören Müslümanlara düşmanlık yapmanızın ve Filistin halkını çoluk çocuk demeden katletmenizin gerekçesi nedir? Hıristiyanların size yaptığı zulmün, katliamın ve sürgünün intikamını, dönüp onlarla ittifak yaparak niçin Müslümanlardan alıyorsunuz? Size zor zamanlarınızda kucak açan, Endülüs örneğinde olduğu gibi Hıristiyan zulmünden kaçtığınızda sizi himaye eden, barındıran Türkiye’nin toprağının önemli bir kısmını hangi akıl ile “vaad edilmiş topraklar” ütopyası içerisinde görüyorsunuz? Kur’an’ın da defaatle vurguladığı gibi ahitlerinizde durmuyor (Bakara: 100) ve sürekli fitne fesat çıkararak tüm insanlığı kaosa sürüklüyorsunuz? (Bakara: 27)
 
İşbaşında olan hiçbir yöneticisinin yönettiği topraklarda doğmadığı Siyonist İsrail’in,  kuruluşundan bu yana yaptığı soykırım ve katliamların bazılarını hafızamızı diri tutmak için hatırlatarak konuyu bağlayalım.
 
1946 Der Yasin Katliamı: İsrail’in kurulmasından iki sene önce gerçekleştirilen bu katliamda bir Filistin köyü olan Der Yasin’e giren Moşe Dayan’ın liderliğindeki çete, uyumakta olan 576 Filistinliyi, bomba ve otomatik silahlarla tarayarak öldürdü. Sonraki yıllarda Moşe Dayan,  İsrail Savunma Bakanı, çetenin en acımasız fertlerinden biri olan Bayan Golde Meir ise İsrail Başbakanı oldu.
 
Bu katliamdan bir ay önce Menahem Begin’in başında olduğu başka bir çete, Kudüs’te İngiliz yönetiminin yerleşmiş olduğu ve dörtte üçü sivil halka açık olan yedi katlı lüks Kral Davud Oteli’ni 350 kilo TNT ile havaya uçurmuş, 91 kişiyi katletmiştir.
 
1953 Şaron katliamı: İsrail başbakanlığı da yapacak olan Ariel Şaron, 1953 yılında bir Filistin köyünü basıp 60 kişiyi öldürmüştür.
 
1982 Sabra ve Şatilla katliamı: Hafızalardan kolay kolay silinmeyecek olan bu katliam, 1982 yılında Ariel Şaron’un emri ve yol vermesiyle, Hıristiyan Falanjistler Lübnan’daki Filistinlilerin yerleştiği Sabra ve Şatilla kamplarını basmış, 600 kişiyi doğramıştır. Bu katliamda, 1800 kişi de kaybolmuştur.
 
2002 Cenin Katliamı: İsrail networkünde kayıtlı bu katliam, 2002 yılında Cenin’de gerçekleşti.  Kasabanın dışındaki mülteci kampına girmek isteyen İsrail askerlerine, kamp sakinleri ve direnişçiler karşı koydu. Altı gün süren bu direnişte, 30 askerini kaybeden Siyonist rejim yiyecek ve cephanenin bitmesiyle direnişi kırdı. Kampa giren İsrail askerleri,  silahsız ve savunmasız halkın, önceden belirledikleri bir meydanda toplanmasını istedi. Halkın bu isteği reddetmesi üzerine, İsrail uçakları ve helikopterleri, havadan attıkları füzelerle, bütün bir kampı imha etti, sağ kalanların genç olanları kurşuna dizildi,  ardından buldozerlerle kamp enkazını ezdi. Bu katliamda ölü sayısı en az 1000 olarak ifade edildi. Ancak İsrail katliamı gizleyebilmek için, ölenleri toplu mezarlara defnetti.
 
2009 Gazze Saldırısı:  Hamas’ın askeri kanadı olan Kassam Tugayı’nın İsrailli sivillere ve askeri birimlere roket saldırısı yaptığı gerekçesi ile başlattığı savaşta, İsrail 1000’den fazla Filistinliyi katletti.
 
2014 Gazze katliamı: Ramazan ayında başlayan katliamda 2 binden fazla kişi ölürken 11 binden fazla kişi yaralandı.
 
Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
 
Selam ile.
 
 
First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Din, kültür, medeniyet sapkınları boş durm ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Dinde Peygamberin Örnekliği ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Bilim ve Din Çatışır Mı? ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Taklit ve Atalar Kültür ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Gazze Halkına Gazel Okuyan Müslüman Coğraf ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Sözün Bittiği Yer Gazze ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 Davet Yolunda Dikkat Edilecek Hususlar ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Ramazan ve takva etkisi ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Zulümden yorgun düşen bizler! ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Ramazan ve Duyarlı Müslüman.. ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.