SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 2 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Harun GÖRMÜŞ
 
 
 
Makale Tarihi :  1.03.2024
Eskiden ve Şimdi

“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: ‘(Bunlar) eskilerin uydurma masallarıdır’ diyen” (Kalem 15).

“İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu?. Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiştir” (Yâsîn 77).

Eskinin her zaman kötü, çirkin, yanlış ve ilkel olduğu, yeninin ise her zaman iyi, güzel, doğru ve gelişmiş olduğu düşüncesi bize; eskiden nefret eden, sürekli olarak ileriyi ve ilerlemeyi hedef gösteren modernizm tarafından dayatılan ve alıştırılan bir düşünce ve inançtır. Çünkü modernizm denen melânet, hayâtiyetini eskiden nefret etmekle ve yeniyi kutsamakla sürdürebilir. Zâten çıkış-noktası da budur.

Peki “yeni ve şimdi” olanın “eski” olandan daha iyi, güzel ve doğru olduğunun delîli nedir?. Hâlbuki eski olanlara baktığımızda daha sağlam, daha doğru, daha estetik, daha anlamlı ve tatmin edici olduğunu görüyoruz. Bir şey yeni olunca ille de daha iyi olacak diye bir şey yoktur. “Gelen gideni aratır” diye bir söz vardır ve bu söz genelde doğrudur. “Ne varsa eskilerde vardır” sözü de boşuna edilmiş bir laf değildir.

Nice eski olanlar vardır ki şimdiden ve yeni olandan daha çok tercih edilir. Bir şeyin yıllanmış oluşu o şeyi daha değerli ve anlamlı kılar. Yeni olanda bir içerik yoktur, henüz anlam kazanmadığından yada anlamsız olduğundan dolayı tatmin edici olmaz. İnsan bâzen yeni olanda aradığını bulamaz da eskisini hayâl eder durur. Yine meselâ pişmanlık hep eskinin yitiminden dolayıdır.

Eski “şimdi”den daha iyiydi ama bu eski; eski bâtıl, eski cehâlet ve eski zulümler değildir. Çünkü cehâlet, bâtıl, şirk, küfür, adâletsizlik, ahlâksızlık ve zulmün eskisi-yenisi olmaz. Fakat apaçık bir gerçektir ki yiyeceğin, içeceğin, giyeceğin, sanatın ve düşüncenin eski olanı daha değerli ve makbûldür. Din ise zâten “eski(den)” olandır. Öyle ki insanlık târihinin en kadim dîni İslâm’dır. O insanlıkla yaşıttır. Bir de “yeni-nesil dinler” vardır ki Allah muhâfaza..

Modernler, “zaman değişti, artık din eskisi gibi anlaşılamaz” diyorlar ama hem Kur’ân hiç değişmeden tamamlandığı ilk günkü gibi elimizde, hem de “Asr-ı Saadet” örnekliği değişmedi ve aynen duruyor.

Modernite parçalayıcıdır ve bölücüdür, her-şeyi parçalamak ve ayırmak ister. Bu-bağlamda eskiyi ve şimdiyi ayırır ve eski olanı kötülerken şimdiyi kutsar, İslâm’ın oluşturmuş olduğu sahih geleneği kötülerken şimdiyi yüceltir. Modernite Kur’ân ile Sünnet’i yâni İslâm geleneğini, “eski”ye olan nefretinden dolayı (çünkü hayâtiyetini bundan almaktadır) ayırıp-bölmüş ve böylece geleneği tümden kötü göstermiştir-göstermektedir. Kur’ân’ı da, “1400 yıl öncesinin eski kuralları” olarak belirler. Oysa Kur’ân Allah’ın sözüdür ve Allah’ın sözü hiç-bir zaman eskimez ve etkisini kaybetmez. Şimdiye tapan ve eskiyi yeren modernistler ve târihselciler de -sözde- eskide kaldığı için Kur’ân’ın %90’nını “esâtîrûl evvelin” yâni geçmişlerin masalları olarak görerek küfre düşerler.

Eskiden nefret eden ve şimdiyi kutsallaştıranların bir olaydan ders ve ibret alması pek mümkün değildir. Zîrâ “eski olan zâten eskimiştir ve ders ve ibret veremez” düşüncesindedirler. Bu da sorumsuzluk ortaya çıkarır. Çünkü sürekli olarak yenilenen şey bir sorumluluk oluşturmaz ve insan da değişip duran şeyde hem sorumluluk görmez hem de o sorumluluğu yüklenip taşımaz.

Modern insan, Evrim Teorisi’nin psikolojik dayatması ve modern telakki nedeniyle, eski insanları çok ilkel görüyor. Hâlbuki insan hiç-bir zaman ilkel olmamıştır. Belki sâdece olağan-üstü durumlardan dolayı mecbûren ilkel kalmış daha doğrusu ilkel şartlarda yaşamak zorunda kalmış olanlar vardır. İlkel kavimler denilen insanlar büyük ihtimâlle, a-normâl durumlar sebebiyle medeniyetten uzaklaştıktan sonra ilkel yaşam-şartlarına alışarak o yaşam-şeklini terk etmemekten dolayı ilkel kalmıştır. Fakat onların bile sâdece yaşam-koşulları ilkeldir. Düşünceleri ve davranışları modern insandan çok daha üstündür. Marlo Morgan, “Bir Çift Yürek” adlı romanında, “yarış yapmak” konusunda Avustralyalı Aborijinlerle yaşadığı bir olayı şöyle anlatır:

“Bundan sonra spordan ve karşılaşmalardan söz ettik. Onlara Amerika’da sportif olaylara büyük bir ilgi duyulduğunu, hattâ top oyuncularına öğretmenlerden daha fazla maaş verildiğini anlattım. Arkadaşlarıma bize-özgü yarışlardan birini tanımlayabilmek için bir sıraya dizilip hızla koşmaya başlamamızı önerdim ve en hızlı koşanın kazanmış olacağını söyledim. Kabîle halkı, güzel kara gözlerini kocaman açarak baktılar bana ve biri şöyle dedi: ‘İyi ama bir kişi kazanırsa, bütün ötekiler kaybetmiş olur. Bunun nesi eğlenceli ki?. Oyunlar, eğlenmek içindir. Neden insanları böyle bir deneyime tâbi tutup, sonra da tek bir kişiyi gerçekten kazananın o olduğuna inandırmaya çalışıyorsunuz?. Bunu anlamak bizler için çok zor. Sizin insanlarınız bunu kabûllenebiliyor mu?’. Ben bu soruyu sâdece gülümseyerek ve başımı ‘hayır’ dercesine sallayarak yanıtladım”.

“Ubuntu” denen bir felsefe de vardır. Şöyle bir olay anlatılır:

“Günlerden bir gün, Afrika’da çalışan bir antropolog, bir kabîlenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir. Oyun basittir. Çocukları belirli bir yerde yan-yana sıraya dizer ve açıklar: ‘Herkes karşıdaki ağaca kadar tüm gücüyle koşacak ve ağaca ilk ulaşan birinciliği kapacak. Ödülü ise yine o ağacın altındaki güzel meyveleri yemek olacak’.

 Çocuklar oyuna hazır olunca, antropolog oyunu başlatır. İşte o-anda  bütün çocuklar el-ele tutuşur ve berâberce koşarlar. Hedef gösterilen ağacın altına berâber varırlar ve hep berâber meyveleri yemeye başlarlar. Antropolog şaşırır ve çocuklara neden böyle yaptıklarını sorar. Aldığı cevap hayli mânidardır; Biz ‘ubuntu’ yaptık: Yarışsaydık, aramızdan sâdece bir kişi yarışı kazanacak ve birinci olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül olan meyveyi yiyebilir?. Oysa biz ‘ubuntu’ yaparak hepimiz yedik. Ubuntu; bizim dilimizde ‘Ben, biz olduğumuz zaman benim’ demek”.

Modern zamanlardaki kölelik, eski köleliklerden bin beter. Çünkü eski kölelik sâdece bir kişiye yada bir şeye yapılırken, şimdiki kölelik “herkese ve her-şeye yapılan kölelik” şeklindedir. Her-şey değişiyor ama sorunlar değişmiyor. Eski sorunlar bitmediği gibi, üstüne yeni sorunlar çıkıyor. Eskinin soru ve sorunlarından başka şimdi de yeni sorunlar ortaya çıkıyor. Demek ki yeni ve şimdi olan, o eski sorunları ortadan kaldıramıyor. Böyle olduğu için de yeni, eskiyi iptâl etme yoluna koyuluyor.

Modern zamâna geçiş, “kanın değeri”nden, “paranın değeri”ne bir geçiştir. Eskiden ülkeleri ve Dünyâ’yı “asil kana” sâhip olanlar yönetirken, modernizm ile birlikte, (kansız biri olsa da)  “milyar dolar”a sâhip olanlar yönetiyor. İki durumda da takvâlı olanlar îtibâr görmüyorlar. Oysa Allah katında üstünlüğün ölçüsü takvâdır. İslâm’a göre yönetim, en ahlâklı, ehliyet ve liyâkate sâhip olanların elinde olmalıdır.

Modernizm, eski hâkim paradigma olan İslâm’ı ötekileştirerek ve silmeye çalışarak tüm dünyâda hâkimiyetini kurmak istiyor ve büyük ölçüde kurdu da. O-hâlde İslâmî hâkimiyeti yeniden kurmak için modernizmi ötekileştirmek ve silmek şarttır. Zîrâ hiç-bir sistem bir-önceki hâkim sistemi silmeden hâkim olamaz.

Bir meslek (zanaat) sâhibi olmak, en değerli olandır. Ona eskiler “altın bilezik” derlerdi. Çünkü hem ustalığı hem de adamlığı öğreniyordu kalfa ve usta olanlar. Şimdi ise teknik servis elemanları vardır ve işin özünü bilmedikleri gibi insan ilişkileri de çok soğuk ve zayıftır. Eskiden “usta”lar vardı, şimdi ise “uzman”lar var. Ustalar işine-söylediklerine “rûh” da katarlarken, uzmanlar işin sâdece maddî-mekanik yönünden anlıyorlar. Bu nedenle de aslında sorunu tamâmen ortadan kaldıramıyorlar.

Eskiden “yağmuru melekler indiriyor” denirdi, şimdi ise yağmuru meleklerin değil, -bâzı bilimsel açıklamalarla îzah edilmeye çalışılan (ama edilemeyen)- “mekanik etkileşimler indiriyor” deniyor. “Yağmurun meleklerle irtibâtı kesildiğinden bêri dengesiz ve zarar verici olmaya başlaması acaba bundan dolayı mıdır?” diye sorup duruyorum.

Eskiden “açlık içinde tokluk” vardı; şimdi ise “tokluk içinde açlık”.

Eskiden “eskime” diye bir şey yoktu yada her-şey çok yavaş eskirdi. Şimdi ise bir şey eskimeden yenisi alınıyor.

Eskiden karınlarını zor doyuran köleler evlenemezlerdi, şimdi de modern köle olan asgarî ücretliler evlenemiyorlar.

Güzel deyince eskiden ahlâklı ve karakterli olan anlaşılırdı. Şimdi ise “seksî olan” anlaşılıyor.

Klâsik Yunanlılar için “eski Yunan” derler. Hâlbuki “eski Yunan” diye bir şey yoktur, sâdece “Yunan” vardır. Çünkü “yeni Yunan” yoktur. Yunanistan, toplama bir devlettir.

Put edinilmiş olanların çoğu, eski zamanlarda yaşamış “put-kırıcılar”dır. Eski put kırıcılar şimdinin putları olmuştur.

Bir düşünce ve hedef, eskide yaşanmış bir ideâle ve örnekliğe değil de, “yeni” diye, şimdinin mevcut pisliklerinden birine bağlanıyor.

Eski devletler “çok-dinli” idi. Şimdiki devletler ise “hiç-dinli” (dinsiz) dir.

Eski gelenekten kurtulma isteği, “yeni geleneğe kolayca bağlanmış olmaktan” kaynaklanır.

Eski putperestlik, bâzı kadınları “tanrıça” yapmıştı; modern putperestlik ise, tüm kadınları “tanrıça” yapma yolunda.

Eski savaşlarda iki taraftan biri kesin gâlip gelirdi. Şimdinin savaşları, netîcelen(e)meyen savaşlardır.

Eski slogan olan “Türkiye lâiktir, lâik kalacak” sloganı öldü; şimdi, “Türkiye sekülerdir, seküler kalacak” sloganı vardır.

Eski Türk’lerin Tanrı inancı “Gök Tanrı” inancıydı, şimdiki Türk’lerin Tanrı inancı da aynıdır. Türkler inanç konusunda iki bin sene önce ne durumdaysalar, şimdi de aynı durumdadırlar.

Eskiden gecekondu üzerinden yapılan rant, şimdi de apartman üzerinden yapılıyor. Değişen bir şey yok, şehirler yine keşmekeş.

Eskiden İslâm Devleti, haksız vergi koyanları îdam ile cezâlandırıyordu. Şimdi ise bizzat devletin kendisi haksız vergi uygulayarak halkı cezâlandırıyor. Böylece devletler, insanlara “ömür-boyu Dünyâ hapsi” vermiş oluyor.

Eskiden kadın ve erkekler birbirlerinin gözlerinden etkileniyorlardı. Şimdi ise elbiselerinden etkileniyorlar. Böyle olunca da “marka” modern tekstil ürünlerine rağbet artıyor ve bunları üretenlere gün doğuyor.

Eskiden Kur’ân’ın bir yorumu için “Sünnet’e uygun mu” diye araştırılırken, şimdi ise, moderniteye uygunluğu ve “şu hoca nasıl çevirmiş” diye araştırılıyor. Hocalar Peygamber’in yerine geçmiş-geçirilmiş.

Eskiden tek kanal vardı, aynen şimdi olduğu gibi. Bakmayın bir-sürü farklı frekansların olduğuna, hepsi aynı şeyi söylüyor, tek-kanallı yıllarda olduğu gibi.

Osmanlı’da ve İslâm ümmetinde tüm milletler tek bir kimliğin söylemi olarak sâdece “müslümanım” derken; o milletler teker-teker ayrıldı ve şimdi kendi içlerinde de parçalanarak yüzlerce kimliklere ayrıldılar/ayrılıyorlar. Kimlikler ayrılınca düşmanlıklar da çoğalıyor. Kendi aralarında savaşıyorlar ve ümmetin ayrılığını körüklüyorlar. Çünkü: “Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm 32).

Şimdiki kadınların çoğu cinsini değiştirmiştir. Erkeklere-özgü işlere ve hareketlere sâhip çıkarak anneliği ve kadınlığı terk etmiş oldular. Kadınlığı erkekliğe tebdil ederek Allah’ın yaratışını değiştirmişler ve Allah’ın sünnetine (sünnetullah) karşı gelmişlerdir.

Peygamberimiz’e ve İslâm’a ilk karşı çıkanlar ve ona savaş açanlar tefecilerdi; her zaman olduğu gibi şimdi de öyledir.

Peygamberlik öncesi Mekke’nin mazlumları, mazlumluktan kurtulma umûdunu, merhâmetli müşriklere bağlamışlardı. Şimdikiler de aynısını yapıyorlar; “Diğeri” gelirse rahatlayacaklarını ve adâlete kavuşacaklarını zannediyorlar. Hâlbuki sorun kişilerde değil, “sistem”dedir. Sistem-değişikliği yapılmadığında ve İslâmî sisteme geçilmediğinde hiç-bir değişiklik olmayacaktır.

Fâtih, İstanbul’u 21 yaşında çok gençken almıştı. Peygamberimiz zamânında Medîne’ye dâvetçi olarak gönderilen Mu’sab bin Umeyr 17 yaşındaydı. Muaz 19 yaşındayken Yemen’e vâli olarak gönderildi. Üsâme bin Zeyd 20 yaşındayken İslâm ordusunun başkomutanıydı. Şimdiki gençlere bakıldığında kıyas bile yapılamıyor.

İctihad kapısının kapanmasına neden olan şey, “korkak âlimler” ve “zâlim yöneticiler”di. Şimdi de, ictihad kapısının açılmasına mâni olanlar aynı kişilerdir.

Eskiden de kadının rezil olduğu ve zulme uğradığı zamanlar olmuştu ama insanlık târihinde kadın, hiç-bir zaman şimdiki kadar nesneleşmemişti ve “rezil” olmamıştı.

Kölelik sisteminde köle sâhipleri kölelerinin ihtiyaçlarını “asgarî” seviyede karşılarlardı. Şimdiki “köle” sâhipleri yâni asgarî ücretli işçi çalıştıran patronlar onu bile yapmıyor.

Nasıl ki belli bir zaman önce İslâm toplumlarında yaşayanlar, uydurma da olsa hadisleri-rivâyetleri, devlet başkanından, bürokrasiden, diğer âlimlerden ve halktan çekindikleri için inkâr edememiş ve o rivâyetleri kullanmışlarsa; şimdi de modern müslümanlar, yine modern devlet-adamlarından, bürokrasiden, diğer âlimlerden ve modern halktan çekindikleri için moderniteye aykırı olan İslâmî uygulamaları ve hattâ âyetleri ya aşırı yoruma tâbi tutuyor yada moderniteye aykırı olan âyetlerden hiç bahsetmiyorlar. Yâni aslında değişen bir şey yok.

Şimdiki gnostikler olan tasavvufçuların “Kur’ân’ın bir zâhir bir de bâtını vardır” dedikleri gibi; daha önceki zamânın gnostikleri de “İncil’in bir zâhiri bir de bâtını vardır” diyorlardı.

Müşrikler tüm zamanlarda, ilahlarını reddedenlere gıcık olmuşlardır. Bu şimdi de aynıdır.

Eskiden bêri yatay olanlar dikey olanlara hep gıcık olmuştur. Bu durum şimdi de sürmektedir.

Zamânında “dinde recm yoktur” diyenler, şimdi ise zinânın cezâsı olarak “îdam” istiyor.

Zamânında “modern tarıma geçiyoruz” diye bize kısır tohumları satanlar, şimdi de; “organik tarıma geçiyoruz” diye yine ellerindeki “ârızalı” olan tohumları satmak istiyorlar ve satıyorlar. Oyalamanın sonu yok.

Mekke müşrikleri kelime-i tevhidi, şimdiki müslümanlardan daha iyi anlamışlardı. Hem de ânında.

Târih boyunca evren hakkında atılıp-tutulmuştur ve yanlış bilgiler üretilmiştir. Bu durum, modern zamanlar (yâni şimdi) için de geçerlidir. Modern verilerin Dünyâ-dışı olanlarının %90’ı, Dünyâ-içi olanların ise 60’ı eksiktir, yanlıştır. Yâni yanlışlık oranı şimdi de aynıdır hattâ belki daha fazladır.

Eskiden gökler hakkında “astroloji” ile söylenen yalanlar, şimdi de “astronomi” ile söyleniyor.

“Kendilerinden evvel yıkıma uğrattığımız hiç-bir ülke (halkı) îman etmemişti; şimdi bunlar mı îman edecek?” (Enbiyâ 6).

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Din, kültür, medeniyet sapkınları boş durm ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Dinde Peygamberin Örnekliği ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Bilim ve Din Çatışır Mı? ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Taklit ve Atalar Kültür ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Gazze Halkına Gazel Okuyan Müslüman Coğraf ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Sözün Bittiği Yer Gazze ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 Davet Yolunda Dikkat Edilecek Hususlar ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Ramazan ve takva etkisi ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Zulümden yorgun düşen bizler! ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Ramazan ve Duyarlı Müslüman.. ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.