Değer erozyonun pik yaptığı şu günlerde böyle bir yazıyı yazmak elzem oldu, insanlığa tekrardan insanlığını hatırlatmak, fabrika ayarlarına geri dönmesine bir nebze olsun vesile olabilir isek kendimizi bahtiyar addedeceğiz…
İnsanı insan yapan temel özellikler bütün insanlarda ortaktır. İnsanı insan yapan, onu toplumda değerli kılan aynı zamanda şahsiyet ve kişilik sahibi kılan şey değerlerdir. Bu potansiyel bütün insanlarda mevcuttur. Değerlerin ortaya çıkması, görünür hale gelmesi, insanın inandığı değerlere bağlı olarak onu hayata geçirmesiyle, diğer bir ifadeyle kimlik, kişilik ve şahsiyetinin bu değerlerle inşa olmasıyla mümkündür. Bu kişilik oluşumunda bireysel ve toplumsal değerlerin etkisi çok büyüktür. İnsanın kişilik oluşumunda bu değerleri kazanması, onlarla kendini biçimlendirmesi ve kişiliğini oluşturması ile ilişkili bu süreç Şahsiyet olma sürecidir. Dolayısıyla değerin kendisi ‘kişi olmada’ bir değer olarak ortaya çıkmaktadır. Kişinin değerleri edinmesi ve onların kendini biçimlendirmesi ve kişiliğini oluşturması sürecidir.
Sağlıklı bir toplum oluşturabilmek için, değer eksenli olması gerekir. Bu değerler insanı insan yapan değerlerdir; adalet, merhamet, güven, vicdan, müsamaha, fedakârlık, sevgi, şefkat, doğruluk, dürüstlük, diğerkamlık… insanlığın üzerinde ittifak ettiği/konsensus oluşturduğu ve ben insanım diyen hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bu değerlere sahip çıkılırsa, bireyden topluma, toplumdan idari makamlara varana kadar bu değerler neşvünema buluyorsa sağlıklı bir toplum meydana getirmek mümkündür.
Bu değerlere sahip çıkıp kendi hayatında uygulayan kişiler ve toplumlar için salih, iyi ve erdemli ifadesi kullanılırken, uygulamayıp es geçen, değersiz yaşayanlar için de kötü tabirleri kullanılır. Başka bir açıdan ise sürekli insanlığın yararı ve faydası için güzel değerler üreten toplumlar olduğu gibi insanlığın değerlerini yok etmeye çalışan toplumlarda var olmuş, olmaya da devam edecektir. Bu noktada bizlerin nerede ve kimlerle daha yakın olduğumuza dikkat etmek lazım!
Yani, adaletin, merhametin, güvenin, vicdanın, dürüstlüğün, paylaşmanın, sevgi ve saygının hâkim olduğu bir dünyayı yeniden kurmak çok zor olmasa gerek.
Değersiz yaşamaya ilke edinenler kadar, değer eksenli yaşayanlar da çalışır/gayret eder güzel örnek şahsiyet olur ise dünyada çok şey değişecektir.
İnsanlığın tarihine baktığınızda, insan hep aynı insan; zalim, cahil, azgın, cedelci, haddini aşan, nankör… olduğunu öğreniyoruz. Bundan dolayı, Allah insanlık tarihinin bazı dönemlerinde müdahil olmuş, yarattığı varlık (İnsan) arıza verdikçe onu yola getirmek, yaradılışında var olan fabrika ayarlarına tekrardan döndürmek için elçiler göndermek suretiyle unuttukları değerleri tekrardan hatırlatarak bu değerler etrafında toplanmalarını/topluluk/ümmet olmalarını istemiştir. “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a iman edersiniz. Eğer kitap ehli de iman etmiş olsaydı şüphesiz kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır ancak çoğunluğu fasıktırlar.” (Al-i İmran 110) Buyurarak güzel ve doğru olanı yaygınlaştırmayı tembihlemiştir.
Bu bağlamda ‘Kur’an değerler manzumesidir.’
Bu değerler en başta, “Allah’ı doğru tanımak Tevhid inancının temelidir. Allah tüm kâinatı yaratan, insanı var eden, dünyayı imar etmesi için insanoğluna sorumluluk yükleyen, bu sorumluluk gereği insana iyiyi ve kötüyü seçme şansı veren, özgür iradesiyle yaptığı seçim sonucu ahirette insana ödül veya ceza verecek olan yaratıcıdır.” (S. Tuğrul. Kur’an’da Değerler Sistemi.)
Kur’an’ın vaz ettiği değerler, temiz akıl sahiplerinin reddedemeyeceği değerlerdir. Yukarıda değer olarak saydığımız birçok şeyi Allah kendisine değer edinmiştir; Allah adildir, merhametlidir, affedicidir, sözünden dönmeyen/ahdini yerine getiren, kimseye zere zulmetmeyen, iyilik yapanları seven, mükafatlandıran, kötülük yapanı ukubetle cezalandıran, hemen cezalandırmayıp süre tanıyan, şirki affetmeyen, zalimlere acımayan, aile bağlarını koparmayın (ünsiyet)… bu değerlerin aynısını insanda da yansımasını görmek istemektedir.
İnsanın Allah’la, insanın insanla ve kendi dışındaki mahluklarla ilişkisinin hesabını verebilmesi için, O’nun belirlediği değerler sistemine göre kendisini intizam eder ise, sonucunda rahat edeceği ebedi bir hayat vaad edilmekte. Böylelikle insanı hayra ve güzele Kur’an’ın ifadesiyle “Salih” olmaya davet etmektedir.
Burada “herkesin güzeli doğrusu kendisine” diye bir söylem vardır ki, çok yanlıştır. Güzel ve doğru herkese göre değildir, insan aklının ve fıtratının onayladığı değerlerdir. Örneğin, hırsızlık, bencillik, haksızlık… vicdan sahibi hiçbir insanın onay verdiği bir değer değildir. Dolaysıyla her toplumda kötü olarak addedilir ve cezası vardır. Bundan dolayıdır ki, vahiy kötülüğün yaygınlaşmasının önüne geçilmeyi emreder. Kötü olanı yapmak kötü olduğu gibi onu yaygınlaştırmakta onun kadar kötüdür. “İnananlar arasında, fahişenin/kötülüğün yayılmasından hoşlananlara dünya ve ahirette acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nur 19)
Bu noktada önce kendi nefsime daha sonrada bu yazıyı okuma zahmeti göster siz değerli okura! Yaptığımız en büyük yanlışlardan biri de sosyal medyada gördüğümüz veya duyduğumuz herhangi bir şeyin içyüzünü bilmeden, hadiseye vakıf olamadan, birilerinin yönlendirmesiyle paylaşımlar yapakta kötülüğün yaygınlaşmasına katkı sunduğumuzun farkında bile olmuyoruz! Paylaşımda bulunduğumuz şey, aile bağlarını zayıflatıyor, güven duygusunu öldürüyor, paylaşmayı yok ediyor, bizi bencilleştiriyor, iffetsizliği yaygınlaştırıp, hayasızlığı alenileştiriyor… değersizlik, değerlerin önüne engel koyup set çekiyorsa, kısacası bizi biz yapan değerlerimizi yozlaştırıyorsa, buna bigane kalmak, bir benle bir şey olmaz demek, işin ucunu bırakmak değerlerimizin ve şahsiyetimizin yok olmasına seyirci kalarak bizim bu vebale katkı sunacağımızı unutmayalım.
Her bir şey tekle başlar ve ne kadar neşvünema bulursa o kadar yeşerir. İyi ve güzele insan fıtratı daha yatkın ve müsait olduğundan, yaygınlaşıp potansiyel oluşturması daha avantajlıdır. Bundan dolayı (Hiç kimse, güvensizlikten, sahtekarlıktan, ahlaksızlıktan dem vurmaz, en sahtekârlar bile dürüstlükten, güvenden, adaletten bahsederek insanları kandırırlar.) hiç kimse olmasa da Mü’min olarak ‘biz varız’ ne pahasına olursa olsun değerlerimizi yaşatacağız ve buna mecburuz. Çünkü biz bunları yaptığımızda Allah’ın rızasını kazanacağımıza güvenimiz tamdır ve de sadece hesabı Allah’a vereceğimize iman ederiz.
İçimizi acıtan, yüreğimizi daraltan, ruhumuzu sıkan ve yoran bir dünyaya doğru sürükleniyoruz, bunu görmemek için kör olmak gerekir. Buna direnmek değerlerimize sahip çıkmakla mümkündür.
Aslında iyilik de kötülükte insanın potansiyelinde var olandır. Bu yadsınacak bir şey değil, insanın iradi tercihi/imtihanıdır.
“Sonra ona fücurunu ve takvasını ilham etti.” (Şems 8)
Takva ve fücur, birbirinin tam tersi anlamları olan, dini ve ahlaki bağlamda önemli kavramlardır. Takva, dinin emir ve tavsiyelerine uyma, haram ve günahlardan kaçınma titizliğidir. Fücur ise, hak yoldan sapma, günaha dalma, ahlaksızlık ve fesat demektir. İnsan bu potansiyelin hangisini besler ise o yönü hayatına hâkim olur. Çünkü onun imtihanı burada başlar ve bu durumu içselleştirip güzel davranışlar (salih amel) sergileyenler için mükafat buyurmuşken, haddi aşıp bunları yok etmeye çalışanlar içinde ukubet ceza öngörmüştür.
Onurlu bir yaşamı en doğru şekilde ancak Allah’ın bizler için önerdiği değerleri içselleştirmekle sağlanacağına inanıyoruz. Çünkü biz yaratılan canlılarız ve kullandığımız bütün uzuvlar, araçlar, gereçler verili bir şekilde tarafımıza gönderilmiştir. Bundan dolayı sahibi olmadığımız bir durumun nankörü olamayız. Heva heveslerimizi, süslü cümlelerimizi, konjonktürel analizlerimizi, algısal kutsallarımızla değil, Allah´ın bizlere buyurduğu değerlerle yaşamak çok daha muteberdir.
Kur’an’ın insana yüklediği değerler pek çoktur ve çok çeşitli şekillerde çerçevelenebilir:
“-Adâletli davranma ve diğer insanlarla paylaşabilme,
-Affetme
-Ahde vefa (sözünde durma),
-Akrabalara iyilik
-Aileye önem verme
-Akıllıca davranma
-Alçak sesli konuşma
-Allah’a güvenme
-Ahlak sınırlarını aşmama
-Anlaşmalara riayet
-Barışçı olma
-Doğru bilgi sahibi olma
-Cömertlik,
-Çalışkanlık
-Dargınları barıştırma
-Dinlemesini bilme, kişilerle görüşme, ilişkide bulunma,
-Emanete riayet
-Fakirlere iyilik
-Güzel ve yumuşak konuşma
-Güzelce münakaşa
-Her zaman orta yolu tutma
-Heveslere hâkim olma
-Hilm (yumuşak huy) sahibi olma,
-İçli ve yumuşak olma
-İffetli ve ağırbaşlı olma
-İstişare etme
-İnsanlara saygı ve şükran,
-İyi örnek olma
-İyilikte yarışma
-Kararlarda ihtiyatlı olma
-Kardeşlik, kendisi için istediğini başkası için de isteme,
-Kötülüğü iyilikle savma
-Nefis temizliğine sahip olma
-Rıfk ile muamele,
-Selamlaşma
-Sevgi ile muamele etme,
-Sözünde durma
-Sükûnet ve suhulet,
-Şefkat ve merhamet,
-Şerefli olma, -Temiz olma
-Tevazu sahibi olma
-Toplum halinde yaşama,
-Vicdan özgürlüğünü korumu
-Varlıkları olduğu gibi kabul etme, varlığı değerli görme,
-Yüce Gönüllü olma” (Bu liste bir alıntıdır kaynağını bulamadım,
Vesselam
|