SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 2 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Hüseyin BÜLBÜL
 
 
 
Makale Tarihi :  01.03.2021
Kur’an’a Göre Akletmek
Kur’an’a göre akletmeye geçmeden önce, Kur’an’a göre akıl nedir? Konusunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
 
Akıl, Kur’an’ın anlatımıyla insana verilen anlama, ölçüp tartma, mukayese ve muhakeme yapma yeteneğidir. Ayetlerin ışığında konuya baktığımızda, aklın, beş duyumuzdan da istifade ederek merkezi kalp olarak tanımlanan anlama, yargılama ve hüküm çıkarma yeteneği olduğunu görürüz.
 
“Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalp vermiştir.”(Nahl 16/78)
 
“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun.  Ama yalnız gözler kör olmaz fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir”(Hac 22/46)
 
“Andolsun ki, Cehennem için birçok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, kulakları vardır ama işitmezler, gözleri vardır ama görmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha da sapıktırlar. Bunlar gafillerdir.”(Araf 7/179)
 
Özellikle Hac suresi 46. ayetinde, “Akledecek kalpleri” ifadesiyle anlama ve düşünme merkezi olarak “kalp” gösterilmektedir. Bu nedenledir ki, olaylar karşısında kalbin atışları değişmekte, kan basıncı yükselmekte ve yüz hatlarımız değişmektedir. Tur Vadisinde vahye ilk muhatap olan Musa (a.s) karşılaştığı yeni durumla ilgili işin ciddiyetini anladığı için Rabbine şöyle dua ediyor:
 
“Musa: «Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki, Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz sen bizi görmektesin» dedi.”   (Taha 20/25-35)
 
Sevinçte ve kederde ilk tepkinin kalbimizden gelmesi nedeniyle “içim açıldı, rahatladım” veya aksi durumlarda “içim daralıyor, kalbim sıkışıyor” gibi ifadeler çokça kullanılmaktadır. Duyu organlarımızın yardımıyla olayı algıladıktan sonra gerekli tepkiyi veren bir mekanizma olması nedeniyle kalbi, düşünmenin merkezi olarak almak ayetin ruhuna uygun düşmektedir.
 
Ancak kalpten kastın göğsümüzdeki kan damarlarının merkezi olan kan pompası olan organımız mıdır? Yoksa kafatası içinde bulunan ve bütün sinir uçlarının merkezi olan beynimiz midir? İşin bu kısmını, akleden hekimlerimizin çözüme kavuşturmasının daha uygun olacağını düşünüyoruz.
 
Düşünme eyleminin merkezi olarak ifade edilen kalp sözcüğü mecaz olarak ifade edilmişte olabilir. Çünkü akletmek, akıl ve beş duyumuzun da yardımı ile yapılan ortak bir eylemdir.
 
Genel olarak akıl, sözlüklerde şöyle tanımlanmıştır:
 
1- İnsanda var olan anlama kabiliyetidir. İki farklı şeyi birbirinden ayırma, benzer iki şey arasındaki bağlantıyı kurma, eşya ve olayları düşünüp değerlendirerek hüküm çıkarma kabiliyetidir.
 
2- Apaçık doğruları ya da soyut nesneleri, özleri itibariyle veya bütün yönleriyle doğrudan ve aracısız biçimde sezme-anlama melekesi. Öncülerden sonuca geçme suretiyle çıkarım yapma gücü.            
 
3- Vahiy, inanç, sezgi, duygu, duyum, algı ve deneyden farklı olarak sadece insana özgü olan bilme yeteneğidir. Doğru düşünme ve hüküm verme yeteneği, kavram oluşturma gücüdür.                    
 
Elmalılı Hamdi Yazır’a göre: Akıl, mahsus olmayan âlemi anlamak için vardır. Âlem ikiye ayrılır: Görünen âlem, görünmeyen âlem diye ki, buna mana âlemi, melekût âlemi de denir. İşte bu âlem duyularımızla değil, aklımızla varlığı anlaşılan ve kabul edilen âlemdir.
 
Gaybı haber veren vahyin anlaşılıp algılanması da akıldan başka bir şeyle mümkün değildir. Bu nedenle dinin kabulü de akıl ile olmakta; “aklı olmayanın dinide olmamaktadır.” Allah Teâlâ kendi varlığını ve birliğini anlama konusunda aklı muhatap almaktadır.
 
“Haydi, yerde ve gökte iki ilah olduğunu düşünün. Eğer yerde ve gökte iki ilah olsaydı bu düzeni yerinde bulamazdınız”(Enbiya 21/22) ayetiyle Allah kendi varlığını, birliğini aklın yargısına sunarak, bir olmanın mutlak gerekliliğini akla onaylatmaktadır. Aklı yaratan onun kabiliyet ve kapasitesini bilmektedir. Bu nedenle Kur’an’da türevleriyle 766 kez tekrarlanan “akıl” bir fiil olarak zikredilmektedir. “Hala akletmeyecek misiniz?” “hala düşünmeyecek misiniz?…”gibi
 
Akletmek başlı başına bir iştir. Gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, yiyip içtiğimiz ve kokladığımız şeyler hakkında düşünerek, muhakeme ve mukayese yaparak, teemmül, tefekkür ve tezekkür ederek bir sonuca varırız.
 
Yapılan işin “akletmek” olması için gerçekten aklın devreye sokularak düşünülmesi gerekmektedir. Hevaya tabii olmanın, hislerle hareket etmenin, kalabalıklara tabii olmanın, teamüllere meyletmenin adı “akletmek” değildir. Allah Kur’an’da ibret sahnelerini gözler önüne koyduktan sonra: “Hala akletmeyecek misiniz”, “hala aklınızı kullanmayacak mısınız”, “hala düşünmeyecek misiniz”, “akletmeyenler davarlar gibidir” (Furkan 25/44) gibi ifadeler kullanmaktadır. Allah’ın öğretip, kendilerinin de bildiği doğrulara tabii olmayıp gerçekleri örten, dünyevi menfaatini dininin önüne geçiren Beni İsrail’in âlimlerini Allah, “Kitap taşıyan merkeplere” benzetmektedir( Cuma 62/5).
 
Allah’ın ayetlerine kendilerini kapatanları ise şöyle değerlendiriyor:
 
“İçlerinden sana kulak verip dinleyenler de vardır. Fakat sağırlara sen mi duyuracaksın? Hele akılları da ermiyorsa”
 
“İçlerinden sana bakanlar da vardır fakat körlere sen mi yol göstereceksin? Hele basiretleri de yoksa.”(10/42-43)     Dünyada olup bitenlere geniş açıdan bakıp değerlendirmeyen ve kendi görüşünü her şey zannedenleri Allah, karanlık bir gecede ateş yakan, yaktığı ateşin etrafında çok dar bir alanın dışında dünyayı görmeyen bir kimseye benzetiyor (Bakara 2/17) ve onların düştükleri gülünç ve vahim sonu şöyle anlatıyor:
 
“Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri (girdikleri kötü yoldan imana) dönemezler”(Bakara 2/18) İnsanı kuşatan hayat ve kâinat hakkında vahyin aydınlığına gözlerini, kulaklarını ve gönüllerini kapatanlara; bilim yoluyla her bilgiye ulaştıklarını, aydınlanma felsefesiyle her şeyi aydınlığa çıkarıp gösterdiklerini zannedenlere Allah şöyle buyuruyor:
 
“Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır. Ancak iman eden ve salih amel işleyenlerle, birbirlerine Hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır”(103/1-3)
 
Kitapla gönderilen tenzili ayetleri ve kâinata yerleştirilen tekvini ayetleri okuyarak düşünüp iman etmeyenleri Allah, akletmeyenler olarak nitelendirmektedir. Bu anlamda akletmek iman etmekle eş anlamlı olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle iman edip salih amel işleyenlerin sonu hüsran olmayacak. Onların umduklarına da kavuşacakları vurgulanmaktadır. Onlar mahzun da olmayacaklar. Allah’ın kedilerine hazırladığı cennetlerle sevinecekler müjdesi verilmektedir. Kendilerince ‘aydınlandıklarını zannedenlerin sonu ise hüsranla biteceği bildirilmektedir.
 
“Allah size düşünüp hakikati anlayasınız diye ayetlerini böyle açıklıyor.”(Bakara 2/242)
 
Akletmek: Arapça A-ka-le fiilinden mastardır. Kelime anlamı, gerçeği anlamak, bilmek, çocuk için temyiz (iyiyi kötüden, hayrı şerden, lehine ve aleyhine olacak şeyleri birbirinden ayırma) çağına ulaşmak, gölgeye çekilmek, “-ila” ile kullanıldığında ise, sığınmak, korunmak anlamlarına gelmektedir.
 
Akletmek: tefekkür (düşünmek), teemmül (ummak / beklemek), teşe’ur (hissetmek/anlamak) kelimeleriyle de anlam yakınlığı olmakla beraber, insanın beş duyusu da dâhil olmak üzere bunların hepsini kapsamına alarak yapılan bir eylemi ifade etmektedir.
 
Akletmek doğru bir hükme varmanın, gerçeğe uygun karar vermenin, doğru inanıp, doğru davranmanın adıdır. Doğru kararlar verebilmek, doğru inanıp, doğru davranmak için; insanın bütün özelliklerini devreye koyarak Afakta ve Enfüste (kâinatta ve kendi nefsinde) bulunan Allah’ın ayetlerini görmek, anlamak, duymak, tatmak, hissetmek için bu özelliklerin hepsine ihtiyaç duyulmaktadır.
 
İnsan, taş ile pamuk arasındaki farkı dokunarak, acı ile tatlıyı tadarak, doğadaki güzel ve çirkin sesleri duyarak, tabiatın göz dolduran renklerini görerek anlar ve onlar hakkında doğru kararlar verir. Olayları anlamada, eşyayı tanımada bildiklerimizden istifade ederek eşyanın ve olayların görünmeyen boyutlarıyla ilgili kanaat sahibi oluruz.
 
Kâinatta hazır bulduğumuz kanunların işleyişini gözlemleyerek bu kanunların mükemmelliğinin kaynağını, eşya ile olan uyumunun sırlarını, bizimle olan ilgisini anlamaya çalışırız. Bunları yapabilmek için de gören göze, işiten kulağa ve hisseden gönüle ve düşünen akla ihtiyacımız vardır.    Baktığı halde görmeyenleri kör, duyduğu halde gerçeği duymayanları sağır, anlama kabiliyetine sahip olduğu halde gerçekleri dillendirmeyenleri de Allah, dilsizler olarak nitelendirmektedir. (Bakara 2/18)
 
“Nice kasabaların halklarını haksızlık yaparken yok ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları terk edilmiş, sarayları bomboş kalmıştır.”
 
“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de kör olur.”(Hac 22/45-46)
 
Gören gözler, anlayan gönüller için Allah, yaşadığımız çevremizde her mevsim cereyan eden olayları insan hayatına benzeterek anlayıp akletmemiz için örnek göstermektedir:
 
“Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz su ile bitirdiğimiz yeryüzünün bitkileri gibidir: Bunlar insanların ve hayvanların yiyeceği şeyler, birbirine örülür. Yeryüzü süsünü takınıp bezenir yerin sahipleri bunlara sahip olduklarını zannettikleri sırada, gece veya gündüz buyruğumuz (yakıcı, yok edici azabımız) geliverir de orayı biçilmiş (ekin tarlasına ) çeviririz de sanki bir gün önce bir şey yokmuş gibi olur. Biz ayetleri düşünenlere böyle açıklarız.”(10/24)
 
İnsanın bütün özelliklerini harekete geçirerek insan, hayat ve kâinat. İnsan, hayat ve kâinatın öncesi, sonrası ve bulunduğu hali ile ilgisini değerlendirerek gerçeğe uygun düşüncenin, Hakka ittiba eden davranışın ve Allah’ı razı eden yaşayışın sahibi olmak, akletmeyi tanımlayan bir eylemdir.
 
Değişik biçimde ifade edersek akletmek, sahih bir imana, salih bir amele, Muhammedi bir ahlaka ve Kur’anî malumata sahip olmaktır.
 
Allah Kur’an’da, gerçeğe uygun düşmeyen düşünce ve davranış sahiplerini, “hevalarına tabii olmak, şeytanın adımlarına uymak ve akletmemekle itham etmektedir. Akıl, iyi ile kötünün, büyük ile küçüğün, azap ile sefanın farkını anlayan şey olarak tanımlandığına göre:
 
Akleden insan faydanın büyüğünü ve çoğunu, zararın ise az ve hafif olanını tercih eder. Zararın çoğunu, faydanın azını tercih edene kimse akıllı olarak bakmaz. Geçici olanı daimi olana tercih edeni de akıllı olarak görmek mümkün değildir. Güç ve kudret sahibine itaat, zayıf ve güçsüz olana isyan kolay iken, güç ve kudret sahibine isyanın, zayıfa itaat adına yapılması ise akıl kârı değildir.
 
Nimette bolluk ve süreklilik, kudrette yücelik ve erişilmez, varlıkta ebedilik olarak Allah, hiçbir varlıkla kıyaslanamazken, Allah’a isyan ederek sahte ilahlar edinip onlardan medet ummak akıllılık olmadığı gibi; Allah Teala’nın kullarına vaat etmiş olduğu  “genişliği yer ve gök kadar olan cennetlere” geçici dünyanın çer ve çöpünü tercih etmeye de akıllılık demek mümkün değildir.
 
Kudreti sonsuz ve her şeye kadir olan Allah’a itaat yerine, kendine bile kadir olamayan aciz bir varlığa (tağutlara, Firavunlara, Nemrutlara, Bel’amlara, heva ve hevesine tabi olmakta akıllılık olmayacaktır.
 
Sonuç:
 
Ne yapalım ki akledenlerden olalım, Konusuna gelince şunları söylemek mümkün: Edepli insana sormuşlar “Sen edebi nereden öğrendin?”; O da: “edepsizden” demiş. “Nasıl?” deyince demiş ki: “Ben edepsizin yaptığını yapmadım.
 
Kısa ifadesiyle Akledenlerden olmak için akletmeyenlerden olmamak lazımdır. Bahsedilen şahıs, edebi edepsizden öğrenmiş. Ama biz edebi Allah’ın edeplendirdiği elçisinden öğrenmek zorundayız.
 
Akleden insan bütün varlığı ile anlar ki, Allah’a isyan etmek insanın yaptığı en büyük yanlışlıktır. Bütün kâinatı ve içindekileri yoktan var edip yaratan, yaşatan, doyuran, öldüren ve dirilten, nizam koyup ondan hesaba çeken bir kudrete karşı koymanın akıl kârı olmadığı aşikârdır. Akleden insan, ancak bu gücün sahibine karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır. Korku ve ümit içinde ona yalvara yakara dua eder. (Furkan 25/77) Sadece ona ibadet eder ve sadece ondan yardım ister. Gayba iman eder. Namazı kılar. Verilen rızıktan da Allah için infakta bulunur. Allah’tan gelen kitapların, öncesine ve sonrasına iman eder. Ahiret’in varlığından ise emin olur. ( Bakara 2/3-5)
 
Akledenlerden her biri, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eder. Peygamberler arasında ayırım yapmaz. İşittik ve itaat ettik. Ya Rabbi! Affına sığınırız dönüş yalnız sanadır” der. (Bakara 2/285)
 
Allah’ın kuluna yeteceğine inanır, O’ndan başkasından korkmaz. O’na dayanıp güvenir, bilir ki Allah dünyada da Ahirette de kuluna yeter yetişir. (Zümer 39/36)
 
İnanır ki, ayrılığa düştükleri konularda hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Mutlak hâkim odur. Hüküm vermek de onun işidir. Kul olarak ona teslim olmak her şeyden daha sevimli gelir. (Şura 42/10)
 
Kimsenin hevasına tabii olmaz, kimseye şirin gözükmek için değerlerini çiğnemez, Dünyaya karşılık Ahiretini satmaz. Herkes değişse bile o değişmez, değişmeyene tabi olur.                                                       
 
Dini Allah’a has kılar, kendisi din koymaya kalkışmaz. Bilir ki değişen şahıs ve zamandır. İlkeler hep aynı kalır. Kazandıkları sebebiyle felakete düşmemek için öğüdünü Kur’an’dan alır. (Enam 6/70) Sonunun hüsranla bitmemesi için iman edilmesi gerektiği gibi iman eder. Salih amellerin sahibi olur. İnsanlara hakkı ve sabrı tavsiye etmeyi kendisine iş edinir.(Asr 103/1-3)
 
İnsanları daima hayra çağırır, iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamayı şiar edinir.(Ali İmran 3/104)  Allah’tan sabırla ve namazla yardım ister. Allah’ın dinini yüceltme yolunda karşılaşacağı her türlü meşakkate katlanarak, her türlü zorluğu namazla ve sabırla göğüslemek ona asla zor gelmez.(Bakara 2/45, 153)
 
Bilir ki hayat ve ölüm, kimin daha güzel amel edeceğinin ortaya çıkması için bir imtihandır. (67/2) Bu nedenle Allah için yaşamak ve Allah için ölmek her şeyden daha sevimlidir. Bir felaketle karşılaştığında ise: “Biz Allah içiniz ve dönüşümüzde O’nadır” der.(Bakara 2/156)
 
Allah’ı ve onun dostlarını dost; düşmanlarını da kendisine düşman bilir. (Ali İmran 3/28) Kâfirleri dost edinmenin Allah nezdinde kendini bitirmek olduğunu bilir. Mülkün gerçek sahibinin Allah olduğuna inanır. O mülkü dilediğine verir, dilediğinden de geri alır. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltır. Her türlü iyiliğin Allah’ın elinde olduğuna ve O’nun her şeye kadir olduğuna inanır. (Ali İmran 3/26) Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkartanın Allah olduğunu ve dilediğini de hesapsız rızıklandırmaya kadir olduğunu bilir (3/27) ve Allah’tan başkasına da asla minnet etmez.
 
Zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılığının verileceğini bilir (99/7-8). Bu nedenle küçük büyük demeden işlerin sonunda Allah’a gideceğine inandığı için, O’na sığınır, Ondan bağışlanma diler, Ona tevekkül eder. Çünkü O yüce arşın, dünya ve Ahiret’in, din gününün sahibidir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır. Hasılı kelam, Akledenlerden olmak için ilâ ahir bu minval üzere inanıp yaşamak gerekir!..
First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Din, kültür, medeniyet sapkınları boş durm ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Dinde Peygamberin Örnekliği ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Bilim ve Din Çatışır Mı? ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Taklit ve Atalar Kültür ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Gazze Halkına Gazel Okuyan Müslüman Coğraf ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Sözün Bittiği Yer Gazze ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 Davet Yolunda Dikkat Edilecek Hususlar ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Ramazan ve takva etkisi ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Zulümden yorgun düşen bizler! ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Ramazan ve Duyarlı Müslüman.. ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.