Konuşmak; insanoğlunun bir birini anlamada kullandığı en etkili iletişim yoludur.
‘İnsan yaratılışı gereği çevresiyle iletişim kurmak zorundadır. İletişim anlama, anlaşma/anlaşılma ve anlatma gibi ihtiyaçlardan doğar. Topluluk içinde yaşayan her birey çevresine kendini anlatmak ve onları anlamak zorundadır. İnsan bahsedilen ihtiyaçlarını, duygu, düşünce, dilek ve tasarımları aktarma ve ortaya koyma aracı olan dil becerilerini (okuma, dinleme, konuşma, yazma) kullanarak karşılar’. Ama meramınızı anlatırken, mevcud yapının/anlayışın dışına çıkıp da “üçüncü bir alternatif var” dediğinizde ve alternatifin dilini kullandığınızda mevcudun dışına çıkmış ‘sakıncalı piyade’ oluşunuzdan dolayı aykırı düşüncenizi sert etiğinizde anlaşılmanız daha da bir zorlaşmaktadır.
‘Aynı ülkenin insanlarıyız ama aynı dili konuşmuyoruz’
Bu cümle birkaç gün öncesi internette dinlediğim bir youtube programında konuşan bir insana ait. Aynı ülkenin insanı, aynı tarihi sahip, aynı kültürün çocukları, aynı dili konuşuyorlar ama birbirlerini anlamıyorlar! Demek ki olaylara baktığınız bakış açısı, sizin firakanslarınız ve alıcılarınız farklılaştığından, söyleyenin anlatmak istediklerinin karşı tarafta algılanmasının önündeki en büyük engel; aynı ülkenin çocuğu olmanıza rağmen, aldığınız eğitim, yetiştiğiniz ortam bizi kültürümüze, dinimize, örf ve adetlerimize öylesine yabancılaştırmış ki, aynı dili konuştuğumuz halde birbirimizin ne dediğini anlayamıyoruz!
Oysa konuşan anlaşılmak ve umursanılmak için konuşur, dinleyende ciddiye aldığı/umursadığı için dinler. Kişi umursanılmıyorsa, ya konuşanda yada dinleyende sorun var demektir.
Umursanmak; bazı kişilerde tabu haline dönüştüğünü müşahede etmekteyiz. Umursanayımda ne olursa olsun hastalığı mü’mine yakışan bir tavır değildir.
Dikkate alınma/umursanma uğruna insan doğru bildiği şeylerden vazgeçer mi? Veya dikkate alınma/önemsenme için herkesin değer verdiği şeylere o da değer ver(meli)ir mi ?
İlk soruyla alakalı; eğer temel düşünceniz ve değerleriniz sizde oturmamış bu konularda net değilseniz, düşüncenizi ifade de zorluk çekiyorsanız ve umursanmakta istiyorsanız, kendi değerlerinizin bir kısmından vaz geçecek, taviz verecek ve düşüncenizin başka (umursanan) düşüncelerle mecz edeceksinizdir. Ve tabii davanızın bir kısmından da vaz geçeceksiniz, vazgeçtiğiniz yerleri de başka şeylerle ikmal edeceksiniz, çünkü ‘hayat boşluk kabul etmiyor’. Bugün bunu bende Müslümanlardanım diyenlerin bir kısmı zaten yapıyorlar; demokrasiyle/felsefeyle/modernizmle/tarihselcilikle/tasavfuvla… Aziz İslam’ı harmanlamaya çalışıyorlar…
İkinci soruyla alakalı; kişi kendisi için doğru bildiği ve inandığı düşüncenin, önce kendisinde sonra da başkaları için vazgeçilmez doğrular olduğuna inanıyorsa, anlaşılmayı/umursanmayı bunları pek dikkate almaz bildiği doğruların bedelini ödeme pahasına, bütün zorluklara göğüs gererek, mahrumiyetlere katlanmayı göze alır da her ne pahasına olursa olsun davasının bir tek ilkesinden ödün vermez, asla vaz geçmez ve bu yolda yürümeye devam eder, arkasına da bakmaz…
Şüphe yoktur ki her düşünce sahibi, konuşurken anlattıklarının anlaşılmasını başkalarında da ilgi duymasını onlarda makes bulmasını ister. Bundan dolayı mü’min de meramını anlatırken, konuşma tekniklerine ( ses tonu, sözcüklerin seçimi, vurgu, içerik, simgesel dil ve mizahın kullanımı, üslup-tarz…) ve kullandığı dile dikkat eder; sözü eğip bükmeden, hiçbir kınayıcının kınamasını gale almadan, açık-net her seviyede her kesimden insanların anlayacağı yalın, saf ve vasat bir dile meramını anlatmalıdır…
Muhatap kitle, her dinlediğini anlatanın anlatmak istediği gibi mi anlamaktadır?
Buna “evet” demek çok zordur. Her insanın yetiştiği ortam, bulunduğu konum ve eğitim düzeyi aynı olamadığından, kavrama ve vukuviyet aynı olmayabilir. Bir diğer husus ise, bu çağın insanın zihni kirletilmiş, çok yönlü fikir bombardımanına maruz kalmış insanımız açısından ‘at izi it izine karışmış’tır hak ve batıl öylesine sarmaş dolaş ki, seçebilmek, ayıklamak zihni kirlenmiş insanların işi değildir. Hele bir de, hak tarafın da gözüküpte hak temsilcisi olduğunu söyleyenlerin, sunumlarında o “hakkı” batıla bulayarak kirletipde arı duru sunmayışları, bir çok soru, şüphe ve çelişkilerin olması işi dahada bir zorlaştırmaktadır. Öncelikle sorun haline gelmiş soruları ve çelişkileri gidermeniz gerekmekte ki, hakkı ortaya koyabilmelisiniz tıpkı, yanlış yazılmış bir yazıyı kağıttan silip yerine doğrusunu yazmak gibi bir amale gerektiriyor. (Her nekadar silsenizde eskinin izi mutlaka kalıyor) Bu da sorumlu dava erine ekstra bir yük getiriyor. Tabii bu“La” demeden “İllallah” diyemeyeceğini bilenler için.
Buna rağmen vermek istediğiniz mesaj sizin anlatmak istediğiniz gibi anlaşılmaktamıdır?
“Anlamak masraflı iştir; emek ister,
Gayret ister, samimiyet ister.
Yanlış anlamak kolaydır oysa;
Biraz kötü niyet biraz cahillik kafidir.” (Sezai Karakoç)
Yaşadığımız şu an itibariyle karşımızdaki realiteye baktığımızda bu sualede olumlu cevap verememekteyiz, şöyle ki; Bir düşünceyi var eden şey o düşüncenin kavramlarıdır. ‘Kavramlar yazının harfleri gibidir’ siz meramınızı anlatırken kullandığınız kavramlar muhatapta aynı şeyi çağrıştırmıyor/anlamıyorsa doğru anlaşılmayı beklemek mümkün değildir. Örneğin siz “zikr, hakimiyet, demokrasi…” dediğinizde ne anlatmak istiyorsunuz, muhatabınız ne anlıyor? Hele bir de bu çarpık anlayışı sürekli servis edip savunanlar ve bunları destekleyen siyasal güç odakları olduğu müddetçe, bu ve buna benzer engeller anlaşılmayı güçleştiren göze çarpan zorluklardan bir kısmıdır. İnsanımızın bu konuda kafası çok karışık ve zihni alabildiğine kirletilmiştir. Halimiz şu ayette anlatılana ne kadar benziyor. “İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey haykıranın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.” (Bakara 171)
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, iman etmiş ve imanının kendisine yüklediği sorumluluğun bilincinde olarak mesajınızı vermek/ulaştırmak için okumak, konuşmak ve yazmak zorunluluğumuz vardır. Bizim meramımız anlaşılmak olduğu sürece ısrarla söylemeye devam. Bugün olmasa bir gün birileri mutlaka anlayacaktır. Bizlerde, bizlerden önce bu yolun yolcularından öğrendik öğrendiklerimizin birçoğunu, insanların vurdum duymazlıkları, ilgisizlikleri ve etrafınızın birileri tarafından boşaltılması, siyasal erkin engelleri, çarpıtmaları bizim azmimizi ve şevkimizi kırmamalı. Mübah olan her yolu deneyerek yola devam… vesselam
– “Sen onların üstüne bir zorba değilsin. O halde, benim tehdidimden korkanlara Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf suresi 45)
– “Yüz çevirirlerse biz seni onlar üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası değildir.” (Şura suresi 48)
|