SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 2 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Ömer YILDIZ
 
 
 
Makale Tarihi :  1.10.2021
Veli Kültü

Şamanlar Türk töresinde yarı ilah gibi kabul edilen; Gök Tanrı ile insanlar arasında iletişimi sağlayan imtiyazlı kimselerdir. Savaşta ve barışta insanların her türlü sıkıntısını gidermesi için şamanlara başvurulurdu. Müslüman olduktan sonran Türkler Şamanlara ait bu sıfatı Baba, Dede lakabıyla anılan kişilere vermişlerdir. Bunlar Allah ile görüşen ermiş kişiler olarak kabul edilmiş, şahsiyetlerine büyük güven duyulmuş ve aşırı hürmet gösterilmiştir.

9 ila 12. Yüzyıllar arasında İslamiyet Orta Asya’da yayılırken tekkelerin çoğu, eski Budist manastırlarının yerine yahut yakınlarına inşa edilmiştir. Zamanla bu manastırlar çevresinde gelişen ve manastırın azizine ait menkıbeler de İslamileştirilmiş, bölgenin eski kültürü tekkeye mal edilmek suretiyle de yerli halk ile bir irtibat kurma ve İslamlaştırma imkânı sağlanmıştır!

Olayın bir benzeri, Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi serüveninde de meydana gelmiştir. Anadolu’yu fethe çıkan şeyh ve dervişler tekkelerini, ya terk edilmiş Kilislerin yerine ya da henüz faaliyette olan kilise ve manastırların civarına kuruyorlardı. Bundan maksat, orada eski dinin merkeziyle doğrudan karşılaşılarak onların kullandığı vasıtaları aynen kullanıp tesirini zamanla zayıflatıp yerine geçmekti. Nitekim sonuçlar öyle de oldu.

Bu şeyh ve dervişler yerleştikleri yerlerde kökü Hıristiyanlık devirlerine çıkan mahalli aziz kültürleriyle karşılaştılar. Bu kültür, keramet hikâyeleri aracılığıyla rahatça İslamileştiriliyor, bu vesileyle bölgedeki Hıristiyan halkın Müslümanlığa ısındırılması sağlanıyordu. Daha sonra da eski kültürlerini bir Türk velisi adına İslamileştirilmiş bir kılıkta sürdürüyorlardı. Mesela Hacı Bektaş’ın 13. yüzyılda Suluca höyükte kurduğu tekke, bu havali Hıristiyanlarının takdis ettiği Saint Charalambus kültürünü İslamileştirerek kendine mal etmiştir. Hacı Bektaş’ın Hıristiyanlarca da kabul görmesinin sebebi budur. Yine aynı yüzyılın ikinci yarısında Balkanlardaki Dodruca bölgesinde bir Türkmen kolonisinin iskânını sağlayan Türkmen başı Sarı Saltuk da aynı şekilde orada eskiden mevcut olan Saint Nikolas kültürüyle özdeşleştirilmiştir.

Son olarak Baba İlyas örneği bizi bu konuda aydınlatacak tipik bir misaldir. 14. yüzyılda Elvan Celebi tarafından Saint Georges kültürünün yaygın olduğu eski Eukhalta köyü civarında kurulan tekke, bu geleneğin Baba İlyas’a mal edilmesine yardımcı oldu. Öyle ki tekkede misafir kalan Avrupalı seyyahlar Baba İlyas’ın kim olduğunu öğrenince şaşırıp kalmışlardır. Zira Baba İlyas için anlatılanların, bahsi geçen azizlerin menkıbelerinden farkı yoktu, bu yüzden Baba İlyas ile bu azizlerin arkadaş olduklarını söylemek zorunda kalmışlardır.1

Buraya kadar söylediklerimizden anlaşılacağı üzere yerleşik halklar, İslamlaşma serüveninde,  eski kültürlerini tamamen terk etmek yerine, onu özüne dokunmadan muhafaza ederek sadece İslam boyasına boyamak suretiyle İslamileştirmişlerdir sonucunu çıkartabiliriz. Nitekim veli kültü de Türklerin eski dinleri olan Şamanizm’deki kişi kültünün (baba-dede) ve menkıbe (yatır, türbe, ziyaretgâh) anlatısının Tasavvuf marifeti ile kamufle edilip “veli” tipolojisi formunda Müslümanlığa taşınmasından başka bir şey değildir.

“Geleneksel dinî yapılarda karizmatik liderin “Allah dostu” olarak kabul edilmesi ve bu yüksek manevi mertebesinden kaynaklanan birtakım özel güçlere ve imtiyazlara sahip olduğu düşüncesi hâkimdir. Bu düşünce Allah dostu olarak kabul edilen lider ile Allah arasında zımnî bir özdeşlik bulunduğu vehmini üretir. Çünkü liderin Allah ile sürekli irtibat hâlinde olduğu kabul edilir. Dolayısıyla onun görüşleri “Allah’ın sözcülüğü” olarak değerlendirilir. Bu yüzden, bir dinî cemaatin müntesibi ile o cemaatin lideri arasındaki ilişkiler, Allah’ın sözcüsü veya temsilcisi ile zavallı kul arasındaki ilişki olarak telakki edilir. İşte bu yüzden geleneksel dinî gruplarda sorgusuz sualsiz itaat çok temel bir ilkedir. Mutlak itaat ilkesinin gerçek hayat alanındaki yansıması ise kesin inançlılık psikolojisidir.”2

Veli/Evliya Kelimesinin Anlamı

Din bu değil, hayat bu değil, anlam bu değil, kavram bu değil, diye çoğu kez itiraz ettiğimiz kavramların başında gelen ve Kur’an’ın omurgasını oluşturan kavramlardan olan v e l i kavramının anlamı;  yönetme, koruma, velisinin öğrencinin sorumluluğunu yüklenmesinde olduğu gibi sorumluluğu üzerine alma, ayrıca, birine çok yakın olma gibi manalara gelir. Türkçeye genelde sevilen kimse, sevgili; ahbap, arkadaş anlamlarına gelen ‘dost’ olarak çevrilmiştir. Çoğulu evliyadır. Veli ve Mevla, Allah’ın isim sıfatlarındandır. Allah mü’minlerin velisi (5/Maide: 55) ve Mevlasıdır (2/Bakara: 286). “Her halükârda kelime, koruma, gözetme, işlerini ve sorumluluğunu üzerine alma manasında bir dostluk ifade eden çok anlamlı bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim’de geçen “veli/evliya kelimesi yer aldığı toplam 87 ayetin 46’sında Allah’ın insanlara dostluğu, 2 ayette insanların Allah’a dostlukları, 10 ayette insanlarla şeytan arasındaki dostluk, diğerlerinde ise iyi veya kötüler arasındaki dostluklar için kullanılmıştır.”3

“Veli ve aynı kökten türeyen kelime ve kavramlar,  Kur’an’da genellikle ne kavramın Tasavvuf’taki dar manâsıyla, ne de basitçe dost manâsında kullanılır. Tevhid inancıyla çok yakından alâkalı olan velî mefhumunu Kur’an’daki manâsıyla kavramak için anahtar âyet, Bakara Sûresi 257‘nci âyetidir: “Allah, iman etmiş olanların velîsidir; onları karanlıktan nura çıkarır. Küfretmiş olanlara gelince, onların velîleri Tağut’tur (Allah’a isyanla başka dinler, sistemler icat edip, insanları onlara, dolayısıyla kendilerine itaate zorlayan zorba veya zorbalardır); onları nurdan karanlıklara çıkarırlar…” 4

Şirk konusunda en büyük ve en sinsi tehlike, tasavvuftaki evliya kültüdür. Bu inanç sisteminde Allah’ı inkâr söz konusu olmamakla birlikte, Allah’a ulaşmada ve onunla iletişimde aracı konumunda yedek ilahlar edinilir. Bu nedenle Kur’an’ın evliya tanımı ile metemorfaza uğratılan evliya kavramına yüklenen anlama dikkat etmek iktiza eder. Eğer burada yeteri dikkati göstermezsek ayağımız kayar, aldatılır ve hüsrana uğrarız.

İsimlerinden biri de Velî olan Allah(cc), mü’minlerin velîsidir; kâfirlerin velîleri ise şeytan/tağuttur. Allah’ın mü’minlerin velîsi olması, onları her türlü karanlıktan nura çıkarma, tağutun kâfirlerin velîleri olmaları ise, onları nurdan karanlıklara iteklemesidir.   Allah’ı velî edinip, başka hiçbir şeyi veya kimseyi velî edinmemek, Tevhid’in gereğidir. Mü’minler Allah’ın velileridir. Allah inanan kullarının velisi yani dostudur. İnsanın veli olması için tasavvufa girmesi gerekmeyeceği gibi tıpkı şeytandan uzaklaşır gibi bu şirk dininden de öyle kaçması gerekir.

Mü’minlerin birbirlerini veli edinmeleri, Allah’ın veli edinilmesine benzemez. Mü’minlerin birbirlerinin velîleri olmalarının manâsı şudur: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velîleridirler; ma’rufu emrederler, münkerden nehyederler; namazı kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler” (9/Tevbe Sûresi: 71). Yani velî olmak, Allah’ın Dini’ne sahip çıkmak demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim de, Allah’a, yani O’nun Dini’ne yardım etmekten söz eder (47/Muhammed Sûresi: 7).  Velî olmak, Allah’ın Dini’nin yardımcısı, ensâr olmak, Allah’ın nurunu insanlara taşımak demektir.

Kur’an’daki veli/evliya kelimesinin ıstılahî kullanımında asabe, soy ve kan bağı gibi unsurlar bir kenara bırakılarak tamamen akidevî özellik ön plana çıkar. “Kur’an-ı Kerim’de veli/evliya kelimesi aynı kökten türeyen kelimelerle birlikte zikredilmektedir. Bu ayetlerde; Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber’in, mü’minlerin, zalimlerin, kâfirlerin, münafıkların, müşriklerin, Yahudi ve Hıristiyanların Ehl-i Kitab’ın, şeytan ve putların dostlukları (evliya) haber verilmektedir.”5 Yani Kur’an, veli/evliya kelimelerini iman ve inkâr açısından değerlendirerek inanç ekseninde tespitlerde bulunmaktadır.

Söz konusu kavramla ilgili 50 kadar ayette Allah ile birlikte bir varlığın veli edinilmesinin yol açacağı faciaya dikkat çekilir. Bu ayetlerde Allah’ı bırakıp da başka veliler edinmekten söz edilmez; Allah’a rağmen ve onun astlarından (min dûnillah),  veliler edinilmesinden bahsedilir. İnsanın “veli” edinmesi Allah’ı bırakıp terk etmek suretiyle oluşan bir sapma değildir.  Tam aksine kişinin Allah inancını koruduğu halde Allah’ın yanına yöresine ast ilahlar tayin etmek suretiyle tevhide halel getiren bir sapmadır.

Bir kelime veya kavramın tefsiri yapılırken tevhidî kulvardan çıkarılarak, bağlamından kopartılıp farklı anlamlar yüklendiği çok görülen bir şeydir. Veli kavramı da Kur’an’da kullanılan anlamlarının dışında mana kaybına uğrayan ve azgın Tasavvuf dini mensuplarınca istismar edilen kavramların başında gelir.   Söz konusu mana kaybı ve istismarın, kavrama; tarikat yolculuğunda Allah’ın özel dostluğunu kazanan kişi manası yüklenmesi ile hem kavramın anlamının sınırlı hale gelmesi, hem de Allah’ın dostluğuna uzanan yolun Tasavvuftan geçtiği yanlışına yol açmıştır. İncelediğimiz veli/evliya kavramı bu konunun en önemli örneklerinden biridir. Allah dışında birinin veli edinilmesi şirkin en çirkin olanıdır. Bu yapılırken de tasavvufta kelimenin çoğulu olan evliya kelimesi kullanılmaktadır. Tasavvuftaki bu evliya inancı bir tür tanrılar ortaklığıdır. Bu ortaklıkta veli güya insanı Allah’a götürmede ve onunla diyalog kurmada vasıta/aracı yapılır, gerçekte ise her tür aracı kişiyi Allah’tan uzaklaştırır. Bizim Allah ile aramız açık değil ki, aracıya ihtiyaç duyalım. O bizim hemen yanı başımızda ve bize şah damarımızdan yakındır (50/Kaf: 16). Kaldı ki Allah ile arasına aracı koyan kişi putperesttir.

Bir tür metamorfoza uğrayan veli/evliya kavramı İslam toplumlarında ne lügat manası ne de Kur’an’da kullanıldığı mana ile değil, daha çok bu kelimeye sonradan kazandırılmış/giydirilmiş manasıyla kullanılmaktadır.6 Kavram süreç içerisinde maruz kaldığı tahrifin etkisiyle Kur’an esprisine aykırı, hatta tevhid dışı bir kavrama dönüşmüştür.

“Veli/evliya kavramının, Kur’an perspektifine uygun anlaşılması için bu kelime ve kavramların tevhid dışı yamalarından temizlenerek saf haline irca edilmesi ve öyle anlaşılması gerekmektedir. Kur’an’a göre Allah’ın, evliya/dostları vardır. Aynı zamanda şeytanın da evliya/dostları vardır. Yine kâfirlerin de evliya/dostları veya düşmanları bulunmaktadır.”7

Kendimizi bir anketör yerine koysak ve ortalama hatta tahsilli Müslüman’lara “veli/evliya” kelimeleri size ne çağrıştırıyor? diye sorsak, alacağımız cevaplar büyük ihtimalle şöyle olacaktır: “Veli/evliya, Allah’ın dostlarıdır. Bir şeyhe bağlanarak, ona iradesini tamamen teslim etmiş, uzun bir seyri-sülük sonucunda keşfi açılmış, Allah’a tasarrufunda ortak olmuş kimselerdir, hatta bunlardan bazıları “himmet ya filan!” diye kendilerini çağırdığımızda gelip bize yardım eden ermiş kimselerdir. Ahirette de bunlar bize şefaat edeceklerdir. Bu velilerin kabirleri/türbelerini ziyaret edip onlara adaklar adamak, Kur’an okuyup hediye etmekle onların şefaatine mazhar olmayı umuyoruz.”

Aşağıda meallerini vereceğimiz içerisinde veli/evliya kelimeleri geçen ayetlerin hiç birinde, böyle sapkın evliya inancını destekleyecek bir anlam bulunmaz. Bu Ayetlerde öne çıkan hususlar şöyledir: Mü’minlerin velisi Allah’tır, mü’minler birbirinin velisi yani dostu/sırdaşıdır ve birkaç ayette de mü’minler Allah’ın velisi/dostudurlar deniliyor. Hiç bir ayette Allah’ı bırakarak ya da Allah’ın yanında “evliya”ya da kulluk edin, onları vesile edinin Allah’ı ve Onun ayetlerini adam yerine koymayarak, başka varlıkları Allah’a tercih ederek onları dualarınızda aracı edin, onlardan yardım ve şefaat isteyin denilmez. Yukarıda özetlenen sapkın veli/evliya anlayışı Kur’an ve sünnete zıttır, hatta yer yer bu anlayış, Kur’an’da anlatılan müşriklerin tavırlarıyla büyük benzerlikler göstermektedir.

İlk müfessirlerden Mukatil bin Süleyman (H. 150) “El-Vucuh ve’n-Nezair”  adlı eserinin birinci bölümünde, Velî/evliya kelimesinin Kur’an’da on farklı anlamda kullanıldığı ayetleri kategorize ederek bunlara dair tek tek örnekler vermektedir. Bunlar:

  1. Çocuk, evlat, oğul anlamında: Zekeriyyâ şöyle dua etti: “… Tarafından bana şahsiyetli bir velî (çocuk) ver (19/Meryem: 5).
  2. Akrabalığı bulunmayan arkadaş anlamında: “Allah kimi doğru yola koymuşsa o, doğru yoldadır. Kimi de şaşırtmış ise, ona yol gösterecek veli (yakın bir dost) bulamazsın” (18/Kehf: 17).
  3. Yakın kimse anlamında: “O gün, hiçbir mevlâ’nın mevlâ’ya (yakının yakınına) bir faydası olmayacak ve yardım da görmeyeceklerdir (44/Duhân. 41). Onların kendilerine velîlerden/yakınlarından yardım edecek kimse olmayacaktır (26/Şûrâ: 46). Sizin Allah’tan başka yakınınız/dostunuz/veliniz ve yardımcınız da yoktur.” (29/Ankebût: 22)
  4. Rabb anlamında: “De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah’tan başkasını mı veli/rab edineceğim?” (6/En’âm: 14). “Rabbinizden size indirilene uyunuz! O’nu bırakıp da başka velilerin/rablerin peşlerinden gitmeyiniz! Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (7/A’râf: 3). “Onlar Allah’ı bırakıp şeytanları kendilerine dost/veli/rab edindiler” (7/A’râf: 30).
  5. İlahlar anlamında: “Önlerinde cehennem vardır. Kazandıkları malları, Allah’tan başka edindikleri dostları/velileri/ilahları, kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar için büyük bir azap vardır” (45/Câ-siye: 10). “O’ndan başkasını evliya/tanrı edinenler; “Bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara kulluk ediyoruz” derler (39/Zümer: 3).
  6. Asabe, yani baba tarafından akraba manasında: “Doğrusu ben, arkamdan iş başına gelecek olan yakınlarımdan/mevaliden endişe ediyorum” (19/Meryem: 5).
  7. Kâfirleri velî/dost edinmek manasında: “Allah’ın kendilerine gazabettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi?” (58/Mücâdele: 14). “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz. Çünkü onlar sadece birbirlerinin dostudurlar. İçinizden kim onları vekil edinirse onlardandır” (5/Mâide: 51).
  8. Velayet manasında: “Sizin veliniz/dostunuz, ancak Allah’tır, peygamberdir ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılıp zekâtı veren, iman edenlerdir” (5/Mâide: 55). “Allah îmân edenlerin velîsidir/dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır” (2/Bakara: 257).
  9. Kişiyi kölelikten kurtaran kimse anlamında: “Evlatlıklarınızı öz babalarına nisbet ederek çağrınız! Allah katında en doğru olan budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve mevaliniz/görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul ediniz” (33/Ahzâb: 5).
  10. İttifak yapma anlamında: “Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri veli/dost edinmeyiniz” (4/Nisâ: 144). “Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri evliya/dostlar edinmesinler…” (3/Âl-i îmrân: 28).

Allah’ın evliyası (Veliyyullah)

Kur’an bu konuda bizi hem uyarır hem de kendisine güven duyulacak evliyayı şöyle tanıtır. “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir” (10/Yunus: 62-64). Şu halde Allah’ın dostları, güvenilir, iman ve amelde tutarlı, sadık, dürüst, fedakâr insanlardır. İlişkilerde iman kardeşliği ön plana çıkar ve birbirlerinin dostluğu bu yüzdendir. (9/Tevbe: 71)

Kur’an-ı Kerim veli/evliya kelimelerinin geçtiği 50’ye yakın ayette Allah’ın inananların velisi olduğunu söylemektedir.  Çünkü Allah, yaratıcıdır ve yarattıklarını koruyup-gözeten, onların ihtiyaçlarını karşılayandır. Bundan dolayı ibadet edilecek, emirleri yerine getirilecek tek varlığın kendisi olduğunu beyan etmiştir. Onun bu isteğini yerine getirenlerin velisi/dostu da yani kulluğun/teşekkürün karşılığını veren de tabii olarak âlemlerin Rabbi olan Allah olacaktır.

Allah’ın mü’minlerin velisi olduğunu bildiren ayetlerin çoğunda, veli olmanın yani dostluğun sevgiye dayanması ve pratik ahlâki sonuçlar doğurması gerektiğine işaret edilmiştir.   Çünkü dünya ve ahirette insanın tek yardımcısı, dolayısıyla velisi/dostu Allah’tır. “Biz, dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli Allah’ın bir ikramı olarak, orada sizin canınızın çektiği ve istediğiniz her şey vardır” (41/Fussilet: 31).

Şu ayet-i kerimelerde Allah’ın tek ve yaratıcı olduğuna vurgu yapılarak, dünya ve ahrette tek dost/velinin O olacağı hatırlatılmaktadır: “Bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah’ındır? Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır” (Bakara, 2/107). “Allah, inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır” (Bakara, 2/257). “O, (insanlar) umutlarını kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, hakiki dosttur, övülmeye lâyık olandır” (41/Şura: 28). “Siz ne yeryüzünde ne de gökte Allah’ı aciz bırakamazsınız. Allah’tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız” (29/Ankebut: 22).

Bu ve diğer ayetlerden anlaşılacağı üzere iman ve takva dışında özel olarak bir evliya alameti yoktur. Veli olmak için özel bir eğitimden geçmek de gerekmiyor. İman ve takvanın gereklerini hakkıyla yerine getiren tüm mü’minler doğal olarak Rahmanın evliyasıdır. Bunu savsaklayan ve Allah ile aldatma yolunu benimseyenler ise şeytan evliyasıdır. Bu noktada çok dikkatli olmak gerekir çünkü bu şeytan evliyası, Allah’ı bırakıp insanlar arasından dostlar edineceklerini sanmaktadır (18/Kehf: 102). Kur’an’ın bu uyarısı evliya kültüyle şirke bulaşan azgın aldatıcıların ipini açığa çıkartır. Zira onlar insanları şöyle aldatıyorlar. “Kur’an’ın bahsettiği şeytan evliyası insanlardan değil müşriklerin taptıkları putlardan olur; dolayısıyla bunun bizim efendilerimizle, şeyhimizle bir alakası yoktur.” Bizatihi şeytanî bir aldatma olan bu savunmaya sakın aldanmayın. Tekrar vurgulayalım; şirkin en yıkıcı olanı Allah’a rağmen onun yanından yöresinden edinilmiş ast ilahlar ekibi tarafından yapılandır.

İlgili ayetlerde insanlara hatırlatılmak istenen ve öğütlenen; Allah’a iman etmeleri ve Allah’ın emirleri mucibince yaşamalarıdır. Allah, mü’minlerin velisi olarak hidayete erdirir, karanlıklardan nura çıkarır, yardım eder, şefaatte bulunur, korur, gözetir ve rahmetiyle kullarını kuşatır.

Şeytan evliyası (Evliya’uş-şeytân)

Kur’an bireyi ve toplumu etkileyip ayartan görünür-görünmez düşmanlara karşı teyakkuzda olmamızı ister, bizi bekleyen tehlikelere karşı uyarır. İlahi uyarıların önemli bir kısmı, varlık alanımızın/ontoloji farklılığından dolayı görünmez düşmanlara (iblis/şeytan) yöneliktir. Rabbimiz bu kötülük temsilcisine karşı pek çok ayette dikkatli olmamızı, kötülük telkinlerine kararlı bir şekilde karşı koymamızı emrediyor. Çünkü bu kötülük temsilcisinin insanları doğru yoldan çıkarmak için yapmayacağı hile yoktur. “Dikkat ediniz, saf din Allah’a aittir. O’ndan başkasını tanrı edinenler; “Bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara kulluk ediyoruz” derler. Şüphesiz ki Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Elbette Allah yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez” (39/Zümer: 3).

İblis/Şeytan/Tağut, kendisine düşman gördüğü insanları günaha, kötülüğe düşürmek için zenginliği-fakirliği, sevinci-üzüntüyü, zevki-acıyı, cenneti-cehennemi, aileyi-kabileyi-milleti ve makam-şöhret gibi pek çok argümanı kullanır ve bunu gerçekleştirmek için başvurmayacağı yöntem yoktur. Bu şer temsilcisi, insanın sadece aklına girerek ve/ya kalbine vesvese vererek değil, en çok da “baştan ve yoldan çıkardığı insanlar” üzerinden işini görür.

Şeytan evliyası insanların yüreklerine korku salarak işini görür.  Şeytanın bu tehditlerine kanmanın arkasında Ahmet Bayraktar Hocanın tespiti ile ezilmiş örselenmiş ümidi kesilmiş insan ruhu yatar. Bu durumdan kurtulmanın yolu, bu korkunun Şeytandan olduğunu bilip onu dost edinmemek ve Allah’tan başka korkulacak bir varlığın olmadığına kesin olarak inanmaktan geçer (3/Al-i İmran: 175).

Şeytan’ın iğvalarına/zırvalarına kanan insanların da onun dostları olduklarını Kur’an bize şu şekilde açıklamaktadır: “…Bir grup da dalalete müstahak oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar” (7/Araf: 30).  “Şeytan’ın, kâfirlerin dostu/velisi olması kâfirlere azgınlık yollarını güzel göstererek, onları sapıklığa ve küfüre teşvik etmesidir. Kâfirlerin Şeytan’ın dostu olmaları; Şeytan’ın sözünü tutup, ona itaat göstermeleri ve ona bağlanmalarıdır.”8

İbni Teymiyye Şeytan evliyasının en belirgin özelliğinin Kur’an dışına çıkmak ve Kur’an’a sırt dönmek olduğunu söyler. Bunlar, kendi vird ve zikirlerinden kopanları sapıklıkla suçlarlar da, Allah’ın zikri olan Kur’an’dan uzaklaşmayı hiç problem yapmazlar. Şeytan evliyasının bütün işlevi Rahman evliyasının önünü kesmektir; varlıklarını bu işe adamışlardır.  Ancak “Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır” (10/Yunus: 62-63). Âlemlerin Rabbi olan Allah bize şu mesajı vermektedir: “Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık” (7/Araf: 27). “Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu evliya/dostlar ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır” (18/Kehf: 50).

Sonuç

Bir Kur’an terimi olan veli ve evliya kelimeleri süreç içerisinde kendini meşrulaştırmak ve dayanak bulmak isteyen t a s a v v u f kanalıyla değişime uğratılmış, tahrif edilmiş ve Kur’an’ın tarif etmediği ve asla bir Müslüman’ın benimsemeyeceği bir şekle büründürülmüş, hatta tevhid ile taban tabana zıt bir anlam kazandırılan bir kavrama dönüştürülmüştür.

Velî, kutup, gavs, müceddid, mehdi, mesih vb. kavramlarla ifade ettikleri “kutsal şahsiyet” inancı, keramet, tasarruf gibi iddialar tarikatların ortak kabulüdür. Bu tür inançların, dinimizin ana kaynağı Kur’ân’da ve Hz Peygamberin Kur’an pratiği olan sünnette asla yeri yoktur.

Cahiliye çağındaki “Veli/evliya” müessesi, Kur’an tarafından, inanç/akide üzerine yeniden inşa edilmiştir. Kur’an’ın bize bildirdiği bu inanca dayalı velilik/velayet sistemi haricinde “özgün” bir veli/evliya anlayışı yoktur. Cahiliye dönemi soy, asabe ve kan bağına dayalı veli/evliya anlayışı ve Kur’an’ın itikad/akide üzerine kurduğu veli ve evliya anlayışı dışında; inşa edilmiş ve geliştirilmiş olan veli/evliya merkezli tasavvufi anlayış, Kur’an dışı ve hatta tevhide aykırı temalar barındırır. Kur’an’a göre inanan herkes yani tüm Müslümanlar ve hatta kâfirler veli iken, tasavvufi sistemde “özgün” ve ulaşılamaz “aşkın” velilik sistemi ihdas edilerek, Allah ve insanlar arasında kutup-üçler-yediler-kırklardan oluşan hiyerarşik bir ruhbanlık sistemi oluşturulmuştur.”9 Bu anlayış tamamen uydurmadırKullar ile Allah arasına “aşkın” ve “özgün” veli/evliyanın sokulması tam bir ruhbanlık örneğidir ve  Kur’an ve onun omurgası tevhid ile asla bağdaşmaz, böyle bir anlayış her yönüyle şirktir.

Kim kendisinin veli olduğunu veya birinin veli olduğunu; ilahî ilhamlara muhatap olduğunu iddia ederek ona uymanın ve her dediğini tereddütsüz kabul etmenin, onunla münazara/tartışmada bulunmanın, kitab ve sünnete itibar etmeden ona teslim olmanın gereğinden bahsederse, şüphesiz ki böyle iddia eden de ve onu kabul eden de büyük bir hataya saplanmış olur ve açık bir sapıklık içindedir. Her kim olursa olsun emri, sözü Kitab ve sahih sünnete arz edilir, uygun olanını kabul etmek, muhalif olanını reddetmek lazımdır.

Veli/evliya kavramının geride kalan tarihi süreç içerisinde kendisine giydirilmiş olan tevhid dışı tüm yakıştırmalardan ve tevhide aykırı anlamlarından arındırılması gerekmektedir. Veli/evliya kavramının Kur’anî bir bakış acısıyla, yeniden ve aslına irca edilerek anlamlandırılması ve pratiğe yansıması sağlanmalıdır.

Peygamberlerin hepsi Allah’ın veli kullarıdır. Onlar Allah’ı razı etmişlerdir. Müminler de Allah’ın veli kullarıdır. Allah inanan ve salih amel işleyen kullarını veli/dost edinmiştir.    Müslümanlar da birbirinin velisidirler. Birbirine yardım eden, bağışlayan, malından yediren, koruyan, kollayan güzel insanlardır.  İslam inancında; tarikat muhitinde görüldüğü gibi kişilere kutsallık izafe edilerek, hatta onları insanüstü varlıklar gibi algılayıp yüceltilen tipler icat etmek anlayışına yer yoktur. Kur’an’da net bir şekilde açıklanan e v l i y a‘nın diğer insanlardan farkı; beşer tabiatının üzerine çıkması, fevkaladelikler göstermesi veya günahları bağışlaması değil; tevhidi bir inanca sahip olması, kötülüklerden kaçınması ve güzel örnek/usve-i hasene olması, her türlü şirke, zulme, haksızlığa karşı tavır koyan bir erdeme sahip olmasıdır.

İşin özü şu; Kendilerini Allah dostu diye sunan Şeyh, Gavs ve Kutub gibi sıfatlarla tavsif edilen, keşif ve keramet ehli olduğuna inanılan ve kendilerinden şefaat beklenen bu kişiler aslında tanrısal varlıklardır.  Bu kişiler kâinatın yönetilmesi, yağmurun yağdırılması gibi aslında Allah’a ait olan bir takım işlerin kendi tasarrufunda olduğunu söyler ve öyle inanılır. Allah yeryüzündeki işlerini bu kimseler eli ile görür. Yani yağmuru bunlar yağdırır, geceyi ve gündüzü bunlar peşin sıra getirir, insanlara rızıkları bunlar dağıtır ve Hızır’ın başkanlığındaki bir konsülde insanlar için karalar alırlar ve bu kararları uygulamaya koyarlar.

Kulların her işi bu konsülde kararlaştırılıp bunlar aracılığı ile görüldüğü için ve güya insanların Allah’a doğrudan yaklaşması mümkün olmadığından bu kutsal kişilerin aracılığına ihtiyaç vardır. İnsanlar Allah ile ancak bunlar vesilesi ile iletişim kurup, O’na ancak bunlar aracılığı işe yaklaşabilirler. Kendisine Şeyh, Gavs, Kutup denilen bu imtiyazlı ve seçkin Allahın veli kulları, her işi bilir, her şeyi görüp gözetir ve her yere kolları uzanır.  Her işin üstesinden geldikleri gibi bunlar için saklı gizli bir şey de yoktur.

Tasavvuf epistemolojisinde velinin/evliyanın bilgiyi keşf veya rüya yolu ile doğrudan/aracısız elde ettiği iddiasından hareketle, bilgiyi/vahyi bir aracı/Cebrail ile alan Nebilerden kendilerini üstün görmesi ve bu kişilerin Allah’a ait bir takım yetkilerle donatıldığı iddiaları Tevhid inancı ile bağdaşır şeyler değildir. Ayrıca yalnızca Allah’a ait sıfatları bir başka varlığa vermek veya bir başka varlıkta görmek açık şirktir. Bu tür bir inancı tevhid akidesiyle bağdaştırmak asla mümkün değildir.

Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.

Selam ile.

First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Din, kültür, medeniyet sapkınları boş durm ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Dinde Peygamberin Örnekliği ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Bilim ve Din Çatışır Mı? ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Taklit ve Atalar Kültür ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Gazze Halkına Gazel Okuyan Müslüman Coğraf ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Sözün Bittiği Yer Gazze ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 Davet Yolunda Dikkat Edilecek Hususlar ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Ramazan ve takva etkisi ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Zulümden yorgun düşen bizler! ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Ramazan ve Duyarlı Müslüman.. ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.