Son vahiy olan ve bundan sonrada bir daha vahyin gelmeyeceği yüce Kuran’ı korumakla ilgili yine Kuran’da geçen on beşinci surenin dokuzuncu ayeti de diğer ayetlerin başına gelen yanlış ve yamuk anlayışın kurbanı olmuştur. Kuran ayetlerini kendi bağlamından ve konu bütünlüğünden uzaklaştırarak ilgi ve alakası olmayan zeminlere çeken çarpık anlayış ne yazık ki bu ayeti de yüce Allah’ın kast etmediği şekilde anlamaya devam etmiştir. Şimdi ilgili, ayetin mealini vererek konuya giriş yapalım: “ Zikri ( Kuran’ı) indiren şüphesiz ki biziz, biz; elbette onu koruyucular da biziz.” ( Hicr-9)
Bu ayet vahyin ilahi korumada olduğunu ve başına herhangi bir şey gelmeyeceğini garanti etmektedir. Ana kitapta kayıtlı olan son vahiy kıyamete kadar var olmaya devam edecek ve buna da hiç kimse engel olamayacaktır. Allah göklerdeki işlerine hiç kimseyi müdahale ettirmemektedir ve onların düzeninin bozulmasına müsade ettirmemektedir. Mesela güneşin doğması ayın batması ve yağmur yüklü bulutların rüzgâr ile taşınması şu an aklımıza gelen örneklerdir. Bunları ya bizzat kendisi ya da görevlendirdiği melekler ile icra etmektedir.
Söz konusu yeryüzü olunca oradaki iş ve işlemlerin bir kısmının idaresini yeryüzün de sorumluluk ve bilinç verdiği insanoğluna bırakmaktadır. Allah bizzat kendisi intikam aldığı gibi müminlerin elleriyle de kâfirlerden intikam almaktadır. İnsanoğlu Allah’ın kendisi için belirlemiş olduğu kuralları esas alarak yeryüzün de bir hayat tarzı oluşturmakla görevlidir.
Bunun olmazsa olmaz tek şartı ise; vahyin kendisinden istediği ve son elçisi ile hayata pratiğe döktüğü yaşam tarzını hayatının kuralları haline getirmek olmalıdır. Vahyin korunması ancak kurallarının günümüze taşınarak yaşanılan hayata uygulanması ile sağlanır. Yüce Kuran’ı güne taşıyıp onunla yeni bir hayat tarzı benimseyenler ancak o kitabı korumuş olurlar.
Fiziki anlamda yüce Kuran’a yapılan her türlü hakaret ve aşağılamaya karşıyız ve yapılan bu zalimce ve kâfirce hakaretleri bir inanan olarak şiddetle kınıyoruz. Son günlerde batı ve batılın temsilcileri olan sözüm ona medeni! Ülkelerde aziz Kuran’a yönelik fiziki saldırıları ve Kuran yakma gibi aşağılık hareketleri de yine kabul etmediğimizi buradan bütün dünyaya ilan ediyoruz. Şimdi ki bitlerinin ve piçlerinin de dedeleri gibi tarihte halkı Müslüman olan beldeleri haksız olarak işgal edip binlerce kitap dolu kütüphaneleri nasıl ateşe verip yaktıklarını daha dün gibi insanlık hatırlamaktadır. Irak ve Suriye’nin işgalinde çalınan ve yakılan kitapların sayısı bilinememektedir.
Bunlarda medeniyetin izlerine rastlamak mümkün değil oldum olası hırsız, zalim ve karanlık çağların temsilcileri olmuşlardır. Bunların tarihi kan, gözyaşı, katliam, soykırım ve öldürmeler ile doludur. Bunun son olmayacak örneğini bu gün zalim ve soykırımcı kâfir israil! Vermektedir. Sözüm ona bütün batı Filistin de yaşanan soy kırımı zevkle ve memnuniyetle ekranlardan izlemektedir.
Kuran’ın yeryüzündeki sorunların çözümü ile ilgili ortaya koyduğu pratik, kısa yoldan çözüme götürücü ve sonuç alıcı aynı zamanda uygulana bilir çözüm önerileriyle başa çıkamayan ve çok ciddi sorunlarla karşılaşan batı ve batılın temsilcileri her zaman olduğu gibi işi kaba kuvvete ve şiddete başvurarak karşı koymayı adet haline getirerek yol alacağını sanmaktadır. Ama bu çabaları boşuna ve sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Zira hak geldi ve batıl yok olmaya mahkûmdur. Yeter ki hakkı temsil edenler davaların da samimi olsunlar. Kendileri var olmayı ve hayatta kalmayı isteyenler öncelikle vahyi korumalılar ve vahiyle korunmalıdırlar. Allah değişik Kuran ayetlerinde şartlı yani şarta bağlı cümleler kurarak:
“ Siz beni (ibadetle) hatırlayın ki bende sizi (bağışlama ile) anayım. Benim için şükredin; bana nankörlük etmeyin!” (Bakara- 152) Yüce Allah’ın müminlere verdiği nimetlerin bir karşılığı olarak insanlardan kendisini hatırlamalarını istemekte, buna karşılık O’nun da insanları nimetle hatırlayacağını işaret etmekte, ardından O’na şükretmeleri, asla ve asla nankörlük etmemeleri gerektiği konusunda uyarmaktadır.
İnsanların Yüce Allah’ı hatırlamaları O’nu hem gönüllerinde, hem akıllarında, hem dillerinde hem de eylemlerinde hatırlamaları ve hayatın bütün alanlarında onun ilkelerini dikkate alarak bir yaşam sürmeleri demektir. Yani siz Allah’ı ciddiye alın ki Allah’ta sizleri ciddiye alsın. Sizler Allah’ın kurallarını önemseyin ki, sizlerde Allah tarafından önemsenin. Bu iş karşılıklıdır ama kazançlı çıkacak ve her iki dünyada da mutlu sona ulaşacak olan sizlersiniz. Bu işte Allah’ın asla ve kata bir menfaati söz konusu değildir.
Bu tür şartlı Kuran ayetlerine bir örnek daha vererek yazımıza devam edelim: “Ey iman edenler! Siz Allah’a (O’nun dinine)yardım ederseniz (O’da) Size yardım eder; ayaklarınızı sağlamlaştırır.” ( Muhammed suresi-7) Bu ifade elbette Yüce Allah’ın ihtiyaçtan münezzeh olmasının yanında O’nun emrini tutmak, Resulüne yardım etmek manasında mecazdır. Kulun cüz’i iradesi harekete geçmeden, bir anlamda kul elinden geleni yapmadan Allah’ın yardım etmeyeceği ifade edilmek istenmektedir. Fatiha suresi bir ila beşinci ayetler arasında ifade edildiği gibi önce fedakârlık sonra yardım talebi gelmelidir.
Kuran’da bu ve buna benzer ayetlere sık sık rastlamak mümkündür. Bu iki ayeti sizler ile paylaşarak konumuza bir zenginlik katmış olduk yoksa konumuz anmak ve yardım ile doğrudan ilgili değildir.
Vahyin korunması hususunu yanlış veya vahyin gönderiliş amacı dışında anlayan ve anlamlandıran halkı Müslüman coğrafya o gündür bu gündür İslam’ın düşmanları karşısında ciddi bir varlık gösterememiş ve vahiyle elde ettikleri kazanımları bir bir kaybederek sürekli mevzi kaybetmiştir ve bir daha belini doğrultamamıştır. Vahyin korunmasını sadece vahyin toplandığı iki kapak arasındaki yüce Kuran’ın dışına gösterilen yanlış saygı, güya hürmet ve büyük bir tazime dönüştürerek adeta o kitabı bir totem haline getirmiştir.
Kitabı okuyup aktarmak ve yaşamak için konulan sadece “ Şeytandan Allah’a sığınma” şartının önüne ve arkasına konulan yüzlerce şart ile kitabın mensupları kasıtlı olarak kitaptan uzaklaştırılmıştır. Abdest şartının sadece namaz için gerekli olduğunu belirten Maide suresi altıncı ayete rağmen Kuran okumak için abdest şartını getirenlerin durumlarını Allah’a havale ediyoruz.
Kuran kendisine iman edenlerden kendisi ile törensel bir yaklaşım ile kendisine yaklaşılmasını istememektedir. Kuran’a iman eden her inanmış her şart ve durumda Kuran’ı okuma hakkına sahiptir. Vahyi korumaktan onun kabını korumayı anlayanlar ne yazık ki aynı kitabın hükümlerinin ayaklar altına alınıp uygulamadan ve yürürlükten kaldırılmasına asla ses çıkarmamaktadırlar. İnandıkları! Başka yaşadıkları başka olan hayatlarından oldukça da memnun gözükmektedirler. Özellikle Şamanizm’den kendilerine aktarılan hurafe ve totem inancını aziz İslam’a manto eden atalarını adım adım takip etmektedirler. Yıllarca anlatılan ve önemli bir menkıbe ye dönüşen Kuran bulunan oda da ayaklarını uzatıp yatmayan ecdadı ile övünen bu toplum halen Kuran’ın kabına saygı duymayı büyük bir maharet saymaktadır.
Ancak ne yazık ki Kuran’ın hükümlerinin uygulanmamasına seslerini çıkarmamaktadırlar. Kuran’ı mehcur eden bu toplumdan yeniden dirilme ve hesap sorulma günün de son elçi şikâyetçi olacaktır. “ O gün elçi şöyle diyecektir: “ Ey Rabbim! Kavmim bu Kuran’ı yalız bıraktı”.( hükümlerini uygulanamaz görüp törensel ve merasim sel bir kitap haline getirdi) ( Furkan-30)
Bu ayette Kuran’ın hükümlerini yaşamayanların mahşerde Hz. Muhammed’in şikâyetine konu edileceği mesajı verilmektedir. Kuran’ı mehcur bırakan( terk eden) mesrur olamaz. Hz. Muhammed’in şikâyetine de muhatap olur. Kuran’ı hayatına aktarıp yaşayan ise hem hayatını hem de ahiretini imar edip Yüce Allah’ın rızasına mazhar olurlar.
Evet,
Vahyi korumak o vahiylerin sizden, bizden ne istediklerini okumak anlamak ve yaşamakla olacağının delili de bu ve benzeri ayetlerdir. Kitaplığınızda veya evinizin en güzel! Köşesinde süslü kılıflar içerisinde muhafaza edip fizikken çok yakın ancak manen bir ilişki içerisinde olmayıp güya koruduğunuz yüce Kuran bu haksızlığı kendine reva gören herkesten dirilme gününde şikâyetçi olacaktır.
Bu şikâyete konu olanlardan olmamak için hemen şimdi vakit kaybetmeden indirin o Kuran’ları ve anladığınız dilden okuyarak onunla barışın arkadaş olun hatta ikiz olup akraba olunuz. Ancak böyle yaparak hem dünyanızı hem de ahiretinizi mamur edersiniz. Aksi halde kaybedenlerden olmak kaçınılmaz olacaktır.
Vahyin orijinalliğinin korunması ile ilgili olarak çok net bir ayet mealini de siz değerli okuyucularım ile paylaşmak istiyorum: “ Ey Muhammed! Sen sana vahye dilene sımsıkı sarıl! Elbette sen doğru yoldasın. Şüphesiz ki o (Kuran), senin ve kavmin için gerçeği hatırlatan bir öğüttür. İleride Kurandan sorgulanıp hesaba çekileceksiniz.” ( Zuhruf-43-44)
Bu ayet bir Müslim’in veya Müslime’nin Kuran’la ne kadar sıkı bir iletişimde olması gerektiğinin göstergesidir. Çünkü Kuran bir inanmış için onurdur ve mahşerde insanlar bu kitaptan sorgulanacaklardır. Durum böyle olunca kitap son saate kadar son insanın ulaşa bileceği bir konumda olmalı ki sorguya muhatap olan insan yaratıcısı tarafından hesaba çekile bilsin. Aksini düşünmek veya iddia etmek Kuran ayetlerini amacı dışında anlamak demektir.
Allah gönderdiği vahyi bizzat koruyarak görevini yapıyor ve yapacak. Bu Allah’ın işi kul olarak burada bizi ilgilendiren bir konu zaten yok. Ancak kitabın mensupları o kitabın içerisindeki hükümleri, emir ve yasakları, helal ve haramlarını kısaca tamamını yaşamlarının kaynağı ve kuralları haline getirerek kitabı korumuş olurlar. Siyasetlerinden, ticaretlerinden, hukuklarından, kısacası bütün bir hayatlarından yüce Kuran’ı kovanlar o kitabın kendisini evlerinin en güzel köşelerinde bile muhafaza etseler Kuran’ı korumuş olamazlar. Üzülerek ifade edeyim ki; İslam’ın dışında bir din veya insan aklının ürünü olan ideolojileri kabul edenler kabul ettikleri bu düşüncelerin sadece sözle değil yeri geldiğin de fiili olarak da savunmanın gereğine inanarak: “ Türkiye laiktir laik kalacak kahrolsun Şeriat” naraları atarak sokaklarda boy göstermektedirler. Son dönemlerde cumhuriyet yürüyüşleri adı altında sokaklara dökülmelerini nasıl izah edebiliriz?
İslam’ın mensupları kutsallarına yapılan birçok iğrenç saldırı karşısında en ufak bile bir tepki gösterememekte yaptığı tek şey: “ Allah kahretsin” klişe sözünden öteye gitmemekte. Zalim kâfir ve soykırımcı israilin Müslüman coğrafyada çoluk çocuk kadın ve masum demeden kırk bin insanı katletmesi yüz bin insanı yaralaması ve çevreye verdiği zararı ne ile izah edebiliriz?
Kahrolsun seanslarından başka hiçbir şey yapamayan Müslüman coğrafya halkları fiili yardım ve destek noktasında mevcut yönetimlerini bir türlü harekete geçirmemektedirler. Beylik ve efelik sözlerle gazlarını aldıkları yöneticilerine ve sistemlerine dört elle sarılmaya devam etmektedirler. Bu metotla israilin kahrolmasını bekleyenler daha çok beklerler. Çare hayatlarından kovup mehcur ettikleri Kuran’ı tekrar hayatlarının kuralları haline getirerek kaybettikleri izzet ve şereflerine tekrar kavuşmaları olacaktır. Başka bir yazıda buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.
|