Suç ve ceza kavramları başlangıç ve sonucu itibariyle genellikle biz insanoğlu ile doğrudan ilgili ve alakalıdır. Bunu derken insanın dışındaki yaratılmışlara da ceza verirsiniz özellikle de hayvanlara fakat bu hayvanlar kendilerinin sahipleri tarafından cezalandırıldıklarını anlamazlar. Mesela sözünüzü dinlemeyen köpeğinizi belirli bir süre aç bırakmak suretiyle cezalandırırsınız ancak köpeğin bunu ceza olarak algılayıp anladığını tespit etme imkânına sahip değilsiniz. Ayrıca yaratılmış bir varlık olarak vereceğiniz ceza hiçbir zaman suça denk olmayacaktır. Çünkü insan aklının ürünü olan bütün cezalar eksik veya fazla takdir edilmekle hatadan beri uzak değildir. Bunun için insanoğlunun kendisini yoktan var eden, onun bütün ihtiyaçlarını karşılayan Rabbini suç ve ceza konusunda da tek rab ve ilah olarak kabul etmesi onun imanının bir gereği olmalıdır. Her konuda rabbinin emrine teslim olsa da yaşamı boyunca hayatına uygulayacağı kurallar konusunda rabbine teslim olmasa bu tür düşünce sahiplerinin o dinin müminleri olduklarını söylemeleri kuru bir iddiadan öteye gitmeyecektir. Zira tevhit tecezzi yani bölünme ve parçalanma kabul etmez.
İşlenen suça gerekli olan cezayı verme özelliği yaratılmışlara değil sadece adil ve adaletli olan Allah’a ait bir özelliktir. Adil ve adaleti konusunda tartışılmayacak tek otorite sadece Allah’tır. Çünkü yaratan kim ise yaratılmışlar hakkında da hüküm koyma ve ceza takdir etmede onun hakkıdır. Hiç kimse Allah’tan rol çalmaya ve hak gaspına yeltenmesin zira o da sonuçta onun vereceği cezaya teslim olmak zorunda kalacaktır. Çünkü bütün işlerin sonucu varıp Allah’a dayanacaktır. Bu gün bütün insanlık Allah’ın koymuş olduğu bu suç ve ceza sistemini terk ettiği için huzura muhtaç duruma düşmüştür. Cezalar caydırıcı olmaktan ziyade özendirici hale gelmiştir. Herhalde artık konuyu nereye getireceğim siz değerli okuyucularım ve kardeşlerim tarafından tahmin edilmiştir.
Kuran ile tanışan onunla ikiz ve akraba olan kardeşlerim Kuran da Allah’ın adaletli olduğu ayrıca da hüküm verme konusunda da ondan daha güzel ve isabetli başka hiç kimsenin olmadığı hükmünde adil olduğu konusunda birçok ayet ile karşılaşmışlardır. Çünkü yaratan yarattığının halini bilmez mi? Elbette ki bilir. Zira o yerden çıkanın da gökten inenin de bilgisine sahiptir. Onunla bu konuda yarışacak ona denk olacak hiçbir güç ve otorite yoktur. Yaratılmışların bilgi ve birikimleri sınırlı iken onun bilgisine bir sınır çizmek asla mümkün değildir.
Kardeşlerim işin aslına bakar iseniz insanoğlunun dışındaki bütün yaratılmışlar Allah’ın kendileri hakkında koymuş olduğu hükümlere teslim olup uymuşlardır. Gökteki olanlar kendileri hakkın da verilen emre ve hükme uyarak kendi yörüngelerinde akıp gitmektedirler. Ne güneş ayı nede ay güneşi asla yakalayamamaktadır. Yine akletme, tercih etme ve irade sahibi olmayan canlılarda kendileri hakkında verilen hükümlere razı olmuşlardır. Mesela: Arılar bal yapmaya inekler süt vermeye kendileri hakkında hüküm koyan hükmünü değiştirmediği sürece devam edeceklerdir. Oyunbozan ve mızıkçılık yapan ise insanoğludur. Yaratılmışlar içerisinde kendisi hakkında verilen suç ve cezaya itiraz eden, beğenmeyen ve alternatif çözüm ve öneriler sunan önce şeytan daha sonraları ise insanoğlu olmuştur. Buda onun başka yaratılmışlara verilmeyen bir takım özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Allah hiçbir insana ortaya çıkan olumsuz bir durum da kendi aklının ürünü olan bir ceza maddesini uygulamayı hak olarak vermemiştir. Zira Allah hayatın hiçbir yerinde benim müdahalem yoktur bu konunun çözümünü sizlere bırakıyorum dememiştir. Gerek helal ve haramlar gerek ise hukuk alanında olsun gayet anlaşılır ve asla ikinci bir manaya gelmeyecek netlikte hükümler ortaya koymuştur. Bunlardan bir kaçını sizler ile paylaşmak istiyorum: “ Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık, Allah’tan caydırıcı bir ceza olarak ellerini kesin. Allah yücedir, bilgedir. Kim yaptığı haksızlıktan sonra tövbe eder ve düzelirse, Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” ( Maide- 38-39) Başka bir ayette ise: “Ey inananlar! Öldürülenler hakkında kısas size farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın. Öldüren, mağdur kardeşi tarafından affedilirse, durumun gereğine uyması ve güzellikle ödemede bulunması gerekir. Bu, rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra kim saldırırsa, ona acıtıcı bir azap vardır. Ey akıl sahipleri! Kısasta size hayat vardır. Umulur ki saygılı olursunuz.” (Bakara-178-179) Bu tür ayetlerin adetlerini çoğaltmak mümkün iken sadece bu iki ayetin bile bizler açısından yeterli olduğuna inanıyorum. Allah adına söyler misiniz yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerin anlaşılmasında herhangi bir problem var mı?
Öyleyse hiç kimse Allah ve onun elçilerinden daha merhametli olmaya kalkışmasın. Zira merhametlilerin en merhametlisi sadece Allah’tır. Kimileri Allah’ın bu ilkelerini özelliklede toplumun selameti ve huzuru için elzem ve uygulana bilir olduğunu kabul eder iken kimileri de maalesef bu hükümlerin günümüz modern! Dünyasında uyulana bilirliğinin mümkün olmadığını savunmaktadırlar. Kitabın mensupları ise sorumlu oldukları kitaptan bi haber oldukları için bu tartışmaları sadece seyretmektedirler. Bu gün yeryüzünün hiçbir yerinde özelliklede halkı Müslüman olan coğrafyada huzur ve emniyet yok ise bunun başta gelen sebeplerinden birisi işlenen suça denk bir cezanın verilmemiş olmasındandır.
İslam’ın düşmanları halkı Müslüman olan beldelerde Kuran’ın dünya işlerini çözmeye yönelik bir iddiasının olmadığını hatta daha da ileri giderek din özelliklede Kuran kutsal bir kitaptır onu dünyanın pis işlerine karıştırmak suretiyle kirletmeyiniz propagandasıyla sürekli Müslümanların kafalarını karıştırdılar. Bunu bazen doğrudan kendileri yapar iken bazen de kendilerine yakın görüp işbirliği yaptıkları hainler vasıtasıyla yaptılar. İslam’ın bir hayat nizamı ve dünya ile ilgili özelliklede onun siyasi ve hukuki görüşlerini imanın ve İslam’ın şartları arasında saymadılar. İslam’ın düşmanları kendileri dini her türlü kötü emellerine alet edip kullanır iken aksini söyleyen insanları ise dini siyasete alet etmek ile suçladılar. Müslümanlar da maalesef bu tuzağa düştüler.
Evet, İslam’ın bir siyaseti var idi fakat bu siyaset insan aklının ürünü olan her türlü sistem ve ideolojilerin siyasetinden farklı idi. İslam hayatın yönetilip yönlendirilmesi ve yeryüzünde herkesin mutlu olarak huzur içerisinde yaşamasını sürdüre bileceği bütün emir ve yasakları bünyesinde barındırıyordu. Onun başka bir düşünce veya sistemden alacağı, eklemleneceği hiçbir kural ve kanuna ihtiyacı da yok idi. Ne zaman Müslümanlar kendi öz kaynakları olan Kuran’ın ilkelerini hayatlarının prensiplerini belirleyen kitap konumundan çıkarıp sadece yüzünden anlamadan sevap almak amacıyla okunan bir kitap haline getirdiler: işte o zaman insan aklının ürünü olan beşeri yönetim sistemlerinin kanunlarına ihtiyaç hisseder duruma geldiler. Zannettiler ki bu kanunlar kendilerine huzur getirecek! Aksine bu kanunları hayat tarzı edinen İslam karşıtı ülkeler ise içten içe çürümüşler ve huzura muhtaç hale gelmişlerdi. Bu önemli hususu ıskalayan İslam alemi kıblesini doğudan batıya çevirerek başta yanlış kulvara girdiler. Birçoğu batının teknolojik gelişmelerdeki göstermiş olduğu ilerlemeyi her şeyin kurtuluşu sanarak batıyı kayıtsız şartsız örnek almanın gerekli olduğunu kendi milletlerine kabul ettirdiler. Bu ezilmişlik psikolojisi ile aşağılanan milletler kendilerini geri bırakan unsurların başında inandıkları din olan İslam’ın baş suçlu olduğu hususunda da kayıtsız şartsız bu kötü propagandalara inanmak zorunda bırakıldılar. Bin dokuz yüzlü yıllardan sonra kurulan bütün ulus devletler ki bunların birçoğu yine İslam ve Müslümanların düşmanları olan kâfirlerin referans ve himayeleri ile kurulan devletçikler ki! Zaten birçoğu göbek bağı ile kendilerinin varlık sebebi olan batıya bağlı milliyetçi, ırkçı anlayışı esas alan yapıya sahip idiler. Bu tür devletçiklerin kuruluşunda ilk ve en önemli şart yüce İslam’ın sadece sembollere yönelik dua boyutunun muhafaza edilmesi ki bu kadarına da müsaade etmeyen devletlerinde olduğunu Türkiye cumhuriyetinin ilk kurulduğu yıllar ve tek partili dönemi yaşayanlar ve okuyanlar daha dün gibi hatırlarlar. Bunlar Camileri ahırlara çevirip ezanı bile aslı ile okutmayacak kadar ileri gitmişlerdi. O günlerde kurulan ve bu gün Arap baharı aldatmacası ile kendilerine verilen rolleri sona eren halkı Müslüman olan coğrafyada yaşanan oyunları nasıl izah edeceksiniz? Kurtuluş mücadeleleri aldatmacaları ile kandırılan Müslüman âlemi kurulan bu yeni yapının kanunlarının ne olması veya olmaması konusunda hiçbir fikir sahibi değil idiler. Çünkü onlar bidon kafalı ve göbeğini kaşıyan insan bile sayılmayan yaratıklar idiler. Bütün gücü kendilerinde gören sistemin sahipleri yeni oluşturmuş oldukları bu sistemin bütün kanunlarını batıdan aldılar. Ceza hukuku bunlardan sadece bir tanesidir. Suça verilen ceza denk olmayınca toplumda cinayetler ve diğer olaylar hızla arttı ve hiç kimsenin can güvenliği kalmadı. Zira öldüren ben öldürür isem mutlaka bende öldürülürüm ilkesi yerine hafifletici nedenlerden faydalanarak birkaç yıl yatar çıkarım gibi saçma bir anlayışla cinayet işledi. Huzurun imanı olan adalet ilkesi bir kez yara almıştı bundan dolayıdır ki artık toplumlar rahat yüzü göremez hale geldiler. Hırsızın elini kesmek yerine kendi akıllarının ürünü olan başka başka cezalar vererek hırsızlığı önleyeceklerini sananlar güvenlik kameralarına el sallayan hırsız tiplerinin ve hırsızlığı meslek edinin insanların ortaya çıkmasına sebep oldular. Örnekleri daha da artırmak elbette mümkün iken ne söylemek istediğimin anlaşıldığını umarak yazıma son veriyorum. Allah’a emanet olunuz.
|