Kur’an ilk inzal olmaya başladığı andan itibaren referansı Allah olan bir toplum oluşturmayı amaçlamıştır. Başta inanç, ibadet ve ahlâk olmak üzere birçok konuda inşa süreci toplumdaki dinin, inancın, ibadetin, ahlâkın, ailenin, hukuk ve adaletin, siyasetin, ekonominin, toplumsal ilişkilerin… kısaca nasıl inşa edileceğinin referansını vermiştir.
Referansın Allah olmasından kastımız, elbette Kur’an merkezli İslam’ın hayata aktarımı, ete kemiğe bürünmesi ve görünür hale gelmesidir.
Çünkü İslam denildiğinde, piyasada bulunan ve kendini bu dinin müntesibi olduğunu iddia eden o kadar çok ‘Müslüman’ım diyen cemaat, tarikat, meşrep, gurup var ki, bunun gerçek ve sahtesini ayırt edebilmek için öncelikle Kur’an’ın merkeze alınması ve onun ölçütlerine göre değerlendirilmeye tabi tutulması gerekmektedir. Çünkü Kur’an “hakkı batıldan ayıran “Furkan”dır. Her kim, ne kadar onun hakikatine uyuyorsa o kadar müslimdir.
Allah referanslı hayat dediğimizde, fikri, sözü ve eylemi Allahtan onay alan bir hayat şeklinden bahsediyoruz.
Can bedenden çıkmadığı sürece ki, biz bu hayatı zaten yaşıyoruz, gündelik mutat işlerimizi görüyor, yapmamız gerekenleri planlıyor, bunları ifadelendiriyor ve eyleme dönüştürüyoruz işte bu hayatı neye kime göre şekillendirip yaşıyor isek bizim referans kaynağımızın o olduğunu bilelim!
Referansımız; kendi aklımızdan neşet eden düşüncelerimiz (hevamız), toplumumuz, gelenek ve göreneklerimiz (kültürümüz), İçerisinde bulunduğumuz mezhep veya meşrebimiz, mevcut piyasa şartları, moda/tirent… bu liste uzar gider. Bu listenin içerisindekiler ve daha eklenmesi gereken her ne var ise eğer Kur’an ile tezat oluşturuyorsa bunları “LA” süpürgesiyle temizleyip yerine “İllallah”ı koymalıyız. Yok eğer çelişmiyorsa o zaten maruftur dolaysıyla kullanılmasında bir sakınca yoktur. Kur’an’a uyup uymadığının tespiti içinde elbette yeterli Kur’an bilgisine sahip olmak gerekir. Allah resulü Muhammed as atfedilen bir sözde “Kur’an sizin hem lehinize hem de aleyhinize delildir” buyurmakta. Hiçbir şey bilinmeden yaşanamayacağı gibi Kur’an’ın içeriğine vakıf olunmadan da yaşanamayacağı bir gerçektir, öyleyse yaşamaya çalıştığımız yaşam şeklimiz Allah’ın razı olacağı bir hayat şekli (DİN) olabilmesi için bunun ivedilikle yerine getirilmesi elzemdir.
İslam, sadece kul ile Allah arasında tahsis edilmiş özel bir alan değildir, o bütün bir hayatı kuşatan ve tüm yönleriyle tanzim eden dinin (yaşam şeklinin) adıdır.
Her dünya görüşünün kendi müntesiplerine önerdiği bir hayat şekli vardır. İslam, bütün dünya görüşlerinden farklı nevi şahsına münhasır bir yaşam tarzı öneren fıtri bir sistemdir.
Kur’an’ın muhatabı insandır. İnsanların ve dolayısıyla toplumların hem dünyada hem de ahirette huzura erip bahtiyar olabilmeleri için Kur’an’ın ahkâmıyla gelişmeye ve neticesinde ve mükemmelleşmeye ihtiyaçları vardır. Kur’an referans alınmadan insanların ve toplumlarının İslami kişiliklerini oluşturmaları ve ihtiyaçlarını Allah rızası doğrultusunda karşılamaları mümkün değildir. Çünkü Kur’an İslam toplumunun aynasıdır.
Allah referanslı yaşanan bir hayatta, O’nun haram kıldığı hiçbir şey, birey veya toplumda aleni işlenemez.
Bu sistemin temelinde Allah ve Ahiret vardır.
Öncelikle, Allah’ı doğru tanımak; O, kendisini kitabında nasıl tanıtıyor ise öyle bilmek; O’nun dengi, benzeri, eşi ve ortağı olmadığına kesin şirk koşmadan iman etmek, amasız/fakatsız/virgülsüz katıksız ve net bir şekilde teslim (Müslim) olmayı, yerlerin ve göklerin (Kâinatın) sahibi olduğu gibi bizim hayatımızda hükmeden bir Allah… yoksa bizlerin kendi tahayyüllerimizden oluşturduğumuz ontolojik varlık Kur’an’ın Allah’ı olmayabilir. Bu temel yanılgının üzerine inşa ettiğimiz varlık da olsa olsa kendi yanımızdan uydurduğumuz bir “ilah” olur! Allah ise bizden bütün ilahların reddini istemektedir “La ilahe illallah” ın anlamı da zaten budur.
Ahiret; insanın iki dünyasını dengede tutan mizanıdır, yapması gerekip de yapmadıklarının, yapmaması gerekip de yaptıklarının karşılığı (ecir) olarak verilecek, zerre miktarı haksızlık edilmeden ya ebedi rahatsız olmayacağı bir hayat (Cennet) ya da rahat yüzü görmeyeceği ebedi bir hayat (Cehennem).
Ahiret, kulun Rabbine karşı sorumluluk bilincinin göstergesidir. Bu bağlamda Mü’min, bütün yaratılmışlara sorumluluk ve merhamet bilinciyle bakar. Çünkü her yaptığının hesabını vereceğine iman etmiştir. Dolaysıyla Allah ile barışık, kendisiyle barışık, canlı ve cansız bütün varlıklarla barışık olduğu görülür. Çünkü her işlediği amelin/eylemin kaybolmadığını/kaydedildiğini bilir, hesabını veremeyeceği hiçbir yükün altına girmez, başkalarının dümen suyunda da dönmez, kısır ve fasit döngüler içerisine girip buharlaşmaz, onun bir amacı vardır amaçsızlığın bataklığa saplanmak olduğunu bilmesi gerekir.
Referansı Kur’an olanın, hayatta neyi nasıl yapacağını bilir. Çünkü o köksüz ve çaresiz değildir. Referans aldığımız “kitap” bize bunun donelerini verir; yirmi üç yıllık nebi as, nevi şahsında vahiyle inşa edilmiş bir hayatı ve Kur’an da çerçevesi çizilmiş, sınırları belirlenmiş, birçok tavsiyeler verilmiş, emir ve nehiyleri ile bize komplike bir hayat modeli oluşturmaktadır. Bugün belki de bizler açısından en çok ihtiyaç duyulan bu hayat modelini yaşama azmi ve gayreti içinde olan kanaatkâr, mütevazı, müttaki Kur’an’ı referans alan şahitlere ihtiyacımızın olduğu da apaçık değil mi? Vesselam
|