SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 56 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Haydar ÖZTÜRK
 
 
 
Makale Tarihi :  01.10.2023
Kur’an’a Göre Öteki Ve Ötekileştirme

Düşman yaratmak veya var olan bir düşman ile kavga etmek egemen güçlerin, hükümranlıklarını tesis edip devam ettirmek için başvurduğu yöntemlerden birisidir.

Ötekileştirme; bireyin sahip olduğu her türlü farklılıklara olumsuz anlamlar yüklenerek, günlük yaşamda bu farklılıkların bir tehdit unsuru olarak algılanması sonucunda ortaya çıkaran süreçtir.

‘Öteki’ mahiyetine dayalı olarak oluşturulmuş pek çok olumsuz toplumsal akım ve olgu vardır. Irkçılık, soykırım, yabancı düşmanlığı, İslamofobi, vb. akımlar; ötekiyi aşağılama, dışlama ve onlara kinci yaklaşma şeklinde tezahür eden ve sosyal hayatı etkileyen olgulardır.

Ayrı dinlere mensup olanların birbirlerini “öteki” olarak saydığı gibi aynı dinin temel kaynaklarını kullanan her bir fırka; sosyolojik, politik, ekonomik ve etnik farklılıklardan dolayı kendi dışındakilerini “öteki” sayabilmektedir.

Yapılan araştırmalar, önyargının ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan ötekileştirme anlayışının fıtrî olmayıp öğrenilen bir davranış olduğunu göstermektedir.

Kur’an, hatalı kimseyi ötekileştirmeden ona müsamaha göstermeyi ve müşrik dahi olsa insanlara iyi davranmayı emretmiştir. “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (A’râf 7:199). Böylece Kur’an, bir arada yaşamın ilkesini belirlemiştir.

Kur’an’ın “Öteki”ye Yaklaşımı

 Kur’an, temel ilkelerini ortaya koyarken, kendi dışındaki kültür ve değerleri yok saymamış, herhangi bir toplumda var olan gelenekler konusunda da genel prensipler belirlemiştir. Tevhide ve İslam’ın temel ilkelerine aykırı olmayan unsurları olabildiğince hoş görmüştür. Kur’an’da yer alan “Ehl-i Kitap”   kavramı bu anlayışın pratiği olmuştur. Böylece İslam toplumlarında farklılık toplumsal yaşamın bir parçası haline gelmiştir.

Kur’an’ın mücadele ettiği alanlardan birisi de ötekileştirme anlayışıdır. Kur’an; insanı değerli görmekte, fıtri ve beşeri farklılıklardan ötürü başkasını ötekileştirip hor görmeyi yasaklamakta ve insanların yaratılışta eşit olduğunu ortaya koymaktadır. Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. (İsrâ 17:70), Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. (Hucurât 49:11), Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık (Hucurât 49:13). Bu ayetlerde açıklandığı gibi insan doğuştan değerlidir, atası birdir, biri diğerine üstün değildir. Bireyler, toplumlar, kavimler, milletler vs. hepsi eşittir. Hatta Kur’an’ın bu yaklaşımından dolayı vahyin ilk dönemlerinde toplumsal yapı tarafından ötekileştirilen fakir, engelli, köle, kadın vs. İslam dinini kabul etmiş, kendilerini üstün ırk ve yüce din mensubu olarak gören kimselerin büyük bir kısmı ise Müslüman olmayı reddetmiştir.

İnsanların yaratılışta eşit olduğunu, köken itibarıyla kimsenin ötekileştirilemeyeceğini ortaya koyan Kur’an, herkese hitap eden perspektifiyle de kimseyi “öteki” olarak kabul etmez. (Ey Muhammed!) Seni ancak insanlığa rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21:107). Bu ayette dikkat çeken iki mesaj vardır. Birincisi Hz. Peygamber’in bütün insanlığa gönderildiğidir. Bundan kimse müstesna değildir. İkincisi ise öteki yoktur. Kur’an, evrensel bir kitap olması dolayısıyla bütün zamanlara ve toplumlara hitap etmektedir. İçerdiği inanç ilkeleri, hukuk ve ahlaki değerlerden, hitabının geneli kapsamasından ve “insanlığa” vb. kavramlardan anlaşılacağı üzere Kur’an’ın muhatabı bütün insanlıktır. Bu manada öteki yoktur.

Kur’an’a göre Müslüman, zulme uğradığında karşı tarafa gücü yetse bile zulmetmez, itidalli davranır, öfke ve intikam duygusuyla değil affedici yaklaşır ve üstelik kötülüğe karşılık iyilik yapar. “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmrân 3:134). Ahlaki öğretiler ile eğitilmemiş insanlar, haksızlığa uğradıklarında kötülüğe misliyle hatta daha fazlasıysa karşılık veririler. Mekke döneminde Müslümanlar, kendilerine her türlü eziyeti yapan kişilerden intikam almak istediler. Ancak Allah, onları kötülük yapmaktan, intikam duygusuyla hareket etmeyi yasakladı ve kötülüğe karşı iyilik yapmayı emretti. “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur.” (Fussilet 41/34-35). “Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörü ile muamele et.” (Hicr 15:85).

Kur’an’da İslam dışındaki dinlere hukuki bir statü verilerek temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almaya çalışmıştır. Bunun en iyi örneği Medine Sözleşmesidir.

Kur’an’i çizginin varlık algısında, bilgi kodlamalarında, kurtuluş ideallerinde, değer normlarında ve pratiklerinde ontolojik bir ötekileştirme mevcut olmadığı gibi; aksine tüm öteleme ve ötekileştirme pratiklerine karşı ve bunları sürekli üreten kültlere rağmen kendi değerler dünyasını örer. Dolayısıyla, İslâm’da ontolojik olarak alt-üst varlık dilimlemesi olmadığı gibi ontik/varlık hiyerarşisi de yoktur. Bu da, “İslâm” da sanılanın aksine olması ve oluşturulması gereken bir “ontolojik öteki”nin olmadığı temel prensibini doğrular.

Kur’an, kafirler, münafıklar, fâsıklar ve zâlimleri “vasıfsal ötekiler” olarak görür ve  onları reel tarihte oturtur; ama bu durumu ve oluşturduğu vasfı, ontolojik duruma tahvil etmez. Yani Kur’an; vasıfsal olarak kurduğu “ötekileri”, hiç bir zaman “ontolojik öteki”ne dönüştürmeyi istemez.

Kur’an’ın öngördüğü varlık teorisinde, ontik aşağıdakiler ve yukarıdakiler yoktur; yüce oluş veya düşük oluş birey veya toplumların Allah ile ilişkilerinin mahiyetine bağlıdır. Yani isimler, sıfatlar, zahiri özelliklerin ilâhî planda hiçbir kıymeti yoktur. Üstünlük ancak takva ekseninde değer kazanır (Hucurat 49:13).

Zulüm Ötekileştirme Aracıdır

Kur’an ötekileştirmeye karşı Müslümanlara üç sorumluluk yüklemektedir: Zulmetmemek, kendine zulmettirmemek, başkalarına zulmettirmemek.

  1. Zulmetmemek.Kur’an, mensuplarından güç ve otoriteye sahip olduklarında kendi dışındakileri aşağı görmemeyi ilke edinmelerini söyler. İslam hiç kimseyi ontik kategorilerle baştan mahkûm ederek, değişim ve dönüşüm imkân ve fırsatlarını ortadan kaldırmaz. Kur’an’ın değerlerler dünyasında inşa etmek istediği varlık, bilgi, kurtuluş beklentisi, değer manzumesi ve tecrübeler bireyin her şeyden önce diğerlerine zulmetmemeyi emreder.

“Dinde zorlama yoktur; Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu (saptırıcıları) inkâr edip Allah’a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir.”(Bakara 2:256)

“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurat 49:11)

 

  1. Kendine Zulmettirmemek:Kur’an’ın birey ve topluma verdiği değerin bir ifadesi olarak karşımıza çıkar. İnsanların yaratılış itibarıyla kardeş, hak ve hürriyetlerde eşit yapıyı ve anlayışı öngören bir duruma karşılık gelir. Diğerlerinin açık veya gizli tüm ötekileştirme hedeflerini ve mahiyetlerini önceden fark edip bunlara engel olma, şayet ötekileştirme süreçleri devam ediyorsa tüm varlığıyla buna direnme mecburiyetini öngörür.

“Ey İnananlar! Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden, dininizi alaya ve eğlenceye alanları ve inkârcıları dost olarak benimsemeyin. İnanıyorsanız Allah’tan sakının.” (Mâide 5:57)

  1. Başkalarına Zulmettirmemek: Tarih boyunca adaletin çiğnenip, zulmün hâkim olduğu pek çok zaman dilimleri vardır. İslâm bulunduğu zaman ve mekânda kendi prensiplerinin hâkim olmasını ister. İslam kendi varlığı ve meşruiyeti için bir otoriteye eklemlenen bir yapı değildir.Tarihteki politik, ekonomik ve askerî yükselişlere baktığımızda gücün ve otoritenin zirve yaptığı her yapı dünya hâkimiyetini kendi başına gerçekleştirmeye doğru bir süreç takip etmiştir. Bu durum bugün de böyle devam etmektedir. Soğuk Savaş olarak iddia edilen çatışma ve ihtilâflar dünyayı kendi saflarında konumlandırmak ve dolayısıyla bağımlı kılmak üzere kurgulanmış çatışma oyunlarıdır. Çağımızdaki Modern Dünya Sistemi’nin kurgusu da aslında bundan çok farklı değildir.

Oysa Kur’an zulme uğrayanları korumayı emretmektedir:

“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisa 4:75)

Bu ayette; Medine’ye göç edemeyip Mekke’de kalan ve fetihten önce büyük işkence ve sıkıntılara uğramış olan mü’minlerin yaptıkları duaya işaret edilir. Ayetin genel anlamına göre ise, dünyanın neresinde olursa olsun, zulme ve haksızlığa uğrayan, güçsüz bırakılan, ezilen Müslüman toplumlara, diğer İslâm toplumlarının yardım etmesi ve gerekirse onların uğrunda savaşmaları bildirilmiştir.

Ötekileştirmeye yönelik yapılan araştırmalar, ötekileştirmeye neden olan faktörlerin başında etnik köken ve din olguları gelmektedir.

Kur’an’ın bazı kesimlere ötekileştirici bir yaklaşımının olduğu konusunda tartışmalar vardır. Potansiyel olarak öteki görülenlerden iki kesim vardır. Bunlar: Birincisi; inanç yönünden (kafir, münafık, müşrik, Yahudi, Hristiyan); ikincisi etnik yapı yönünden (ırklar).

Kur’an inanç gruplarıyla ilişkiler sınırlar koyar:

1.Farklı İnanç Gruplarıyla İlişkilerin Sınırlandırılması: Kur’an, toplumsal düzeni kurarken öncelikle sağlam bir inancı temele yerleştirmekte, toplumu birleştiren esas harcın iman olduğunu ortaya koymakta ve bu dairenin dışında kalanlar ile ilişkileri sınırlandırmaktadır:

“Müminler, müminleri bırakıp inkârcıları dost edinmesin.” (Âl-i İmrân 3:28). “Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin.” (Mâide 5:51). “Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resulüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir. Kim Allah’ı, onun peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir. Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin.” (Mâide 5:55-57).

Müşrik ile Savaş: Savaş ayetleri ekseninde yapılan bazı yorumlara bakılırsa İslam’da savaş, sadece savunma temellidir. Buna binaen “savaşan ile savaş, savaşmayan ile barış” yapmak ilahi bir emirdir. “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin.” (Bakara 2:208).

“Allah sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah âdil davrananları sever.” (Mümtehine 60:8). “Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir.” (Nisâ 4:90).

Bir Arada Yaşamanın İlkelerinin Konulması: Kur’an, onların inançlarına hakaret içerikli yaklaşmayı yasaklamıştır. “Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler…” (En’âm 6:108) uyarısını yapmış, inanmayı özgür iradeye bağlamış, “De ki: Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf 18:29); “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kâfirûn 109:6) ve düşmana karşı dahi adil olmayı emretmiştir. “…Bir topluma olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun…” (Mâide 5:8). Bu suretle inanç hürriyetinin ilkelerini belirlemiştir.

Ehl-i kitabı veli(:koruyucu) edinmeyi yasaklayan Kur’an aynı anda onlara yaşam hakkı ve dinî özgürlükler vermiştir. “De ki: Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf 18:29). “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara 2:190). “O halde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın…”  (Bakara 2:194).

Ehl-i kitaba dair ayetleri incelediğimizde, Kur’an’ın Ehl-i kitaba yönelik tavrında üç tür yaklaşımdan söz eilir: 1. Bilgilendirme 2. Tenkit. 3. Çağrı

“Bilgilendirme” ile kastettiğimiz Ehl-i kitaba dair bir kısım tarihsel bilgilerin verildiği, geçmişte yaptıklarına dair hatırlatmaların ifade edildiği ayetlerdir. Örneğin, İsrailoğullarına nimetlerin hatırlatılması “Ey İsrailoğulları hatırlayan…” şeklindeki birçok ayette yapılan, bir çeşit bilgilendirmedir. Ancak bilgilendirme, ümmi bir toplum olan Araplar açsından verebileceğimiz bir adlandırma olabilir. Fakat İsrailoğulları açsından ise, bu bir hatırlatmadır. Oysa Kur’an, dili açısından bakıldığında bu bilgilendirmenin/ hatırlatmanın aslında tenkit için bir altyapı oluşturduğu görülecektir. Bu nedenle bilgilendirme ve tenkit, çoğunlukla iç içe geçmiş durumdadır ve bilgilendirme bir anlamda tenkit ifade etmektedir. Nitekim “Ey İsrailoğulları hatırlayın…” ayetlerinin birer tenkit ifade ettiklerini kolayca görürüz: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın ve bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size verdiğim sözü tutayım. O halde yalnız benden korkun!” (Bakara 2:40). “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi diğer bütün halklara üstün kıldığını hatırlayın. Hiç kimsenin hiç kimseye hiçbir yarar sağlamayacağı, hiç kimseden hiçbir şefaatin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden hiçbir karşılık alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği bir günden sakının!” (Bakara 2:47-48.)

Kur’an’ın kitap ehline çağrı içeren ayetlerine baktığımızda, bu soruların yersiz olmadığını görürüz. Ancak burada Batılı-oryantalist dönüştürme ile Kur’an’ın çağrısındaki mesaj arasında göz ardı edilmemesi gereken oldukça önemli bir fark kendini hissettirmektedir. Bu farkı en iyi şekilde görebilmek için Âl-i İmran 3:64 ayetini tahlil etmek gerekmektedir:

“De ki:  “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir kelimeye geliniz. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ın peşi sıra bir kısmımız bir kısmımızı rabler edinmeyelim.” Eğer yüz çevirirlerse “Şahit olun, biz müslümanlarız.” deyin. (Âl-i İmran 3:64)

Ayette dikkat çeken önemli iki nokta vardır: Birincisi Hz. Peygamber’e hitaben “de” ifadesiyle Peygamber’in Ehl-i kitabı muhatap alması istenmektedir. İkincisi ise “Ey Ehl-i kitap!” şeklindeki muhatap ifadesine bizzat yer verilmesidir. Ayetin devamında gelen “geliniz” kelimesi ile bir çağrı yapılmaktadır. Buradaki “geliniz” ile çağrılan merkez nedir? Ayetin ilgili kısmı cevap vermektedir: “Bizimle sizin aranızda ortak bir söze.” Kur’an’ın burada kitap ehlini “bizimle sizin aranızda ortak bir söz” olarak özetlediği ortak bir zemine davet ettiğini görüyoruz. O hâlde bu “ortak söz” nedir? Hemen ardından ortak sözün açılımı gelmektedir. Yalnız Allah’a kulluk edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin. Burada adeta ortak birleşme zemini tarif edilmiş. Nitekim ayette “biz”i vurgulayan (birinci çoğul şahıs) üslup oldukça dikkat çekicidir ve bu ifadeler Kur’an’ın “biz”ini ifade etmesi açısından oldukça anlamladır. Burada eğer Batılı anlamda bir “dönüştürme” söz konusu ise Ehl-i kitabın dönüşümleri asıllarına, yani ayetin ifadesiyle “aradaki ortak söz”e doğru yönlendirilmiş görünüyor. Dahası burada dönüştürmeden öte, bir asla irca söz konusudur demek daha isabetli olur. Zira Kur’an, kitap ehlini “asıl”dan ayrılmış, bir kopuş yaşamış insanlar olarak gördüğünden, onların gelişini “tekrar dönüş” olarak algılamakta, bu nedenle de bu çağrı bir “dönüşüm” çağrısı değil “öze dönüş” çağrısı olmaktadır.

Bütün peygamberlerin temsil ettiği evrensel din olan Allah’ın Dini[1] geçmiş ve gelecekte insanlık için yegâne kurtuluş yoludur.[2] Ayrıca o, aynı kaynaktan gelmiş olmasına rağmen zamanla farklı bir yapıya bürünen Yahudilik ve Hristiyanlığı, kendi tarihsellikleri içinde hakikat olarak kabul etmiş, nüzul dönemindekilere ise hakikat olarak değil ama dinsel ve sosyolojik realite (vakıa) olarak değer vermiş ve tanımıştır. Kısaca İslam dışındaki yanlış ya da batıl dinler, Allah nezdinde geçerli olmadıkları bildirilmek kaydıyla (inanç) olarak tanınmış ve ilişki kurulmuştur.

  1. Etnik Farklılık Yüzünden Ötekileştirme:Kur’an, insanın tercihine göre şekillenmeyen etnisite, dil, renk gibi aidiyetlerinden ötürü insanları sorumlu tutmaz, insanları bunlardan dolayı ötekileştirmez. Kur’an, insanın tercihine göre şekillenen inanç ve yaşam biçimi gibi kimliklerinden ise insanı sorumlu tutar.

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurat 49:13)

Hucurat 49:13. ayeti müslümanların dünya görüşünü dayandır­dıkları ayetlerden biridir. Fertler, gruplar, kavimler, ümmetler, milletler siyasî, kültürel, biyolojik, coğrafî vb. farklarla birbirinden ayrılır. Bu farklara bağlı olarak farklı kimlik sahibi olur, bu kimlikle tanınır ve tanışır. Ayet farklı yaratılmanın fonksiyon ve hikmetini onaylıyor. Fakat farklı sosyal ve etnik gruplara mensubiyetin üstünlük sebebi olarak kullanılmasını reddediyor. İnsanın şeref ve değerini kendi irade ve çabasıyla elde ettiği evrensel değerlere bağlıyor.

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rum 30:22)

Özetle: Ötekileştirme anlayışı nedeniyle farklılıkları koruyarak bir arada yaşamak problem olagelmiştir. İnsanlığa hitapta “öteki” bırakmayan Kur’an’ın değer normlarında ötekileştirme yoktur. Kur’an, tüm insanların yaratılışta ve hukukta eşit olduğuna vurgu yapmakta, farklılıkları iletişim ve tesanüt vasıtası olarak görmektedir Kur’an; cins, renk ve ırk gibi insanın tercihine bağlı olmayan fıtrat niteliklerini üstünlük sebebi olarak görmemekte ve bundan ötürü kimseyi ötekileştirmemektedir. Farklılıkların farkında olmak, farklılıklara değer verip tanımak ve bunu ortak medeniyet inşasında zenginlik olarak görmek İslam’ın önemsediği bir durumdur.

Müslümanların ötekilerle ilişkisinde temel ölçüt adalettir. İnanç merkezli ümmet birliğini esas alan Kur’an, düşmanına dahi adalet vadeden bir tutum ortaya koymakta ve bir arada yaşamın imkânlarını sunmaktadır. İslam’da aslolan huzur ve barış iklimidir; savaş ise arızî bir haldir. Hac 22:39. ayetin açık ifadesine göre Müslüman toplumun ötekilerle savaşmaya mezun kılınması, kendilerine savaş açılması ve dolasıyla zulme uğraması sebebiyledir. Müslümanlar, inançlarından dolayı kendilerine savaş açmayan, kendilerini yurtlarından çıkarmaya kalkışmayan ötekilerle iyi ilişkiler kurmak ve adaletli davranmaktan men edilmemiş (Mümtehine 60:8), fakat ötekiler Müslüman toplumla barışa yanaşmadıkları, saldırganlıktan geri durmadıkları takdirde karşılık verilmesi bildirilmiştir. (Nisâ 4:91).

Günümüzde büyük savaşlara ve sonu gelmez çelişki ve çatışmaya sebep olan ötekileştirme anlayışı sebep olmuştur. Bunun aşılması durumunda geçmişteki kimi kavimlerden bize miras kalan ve çağımızın derin sorunlarından olan tek inanca, tek kültüre, tek etnik yapıya, tek cinse, tek sınıfa dayalı bu  düşünceden kurtulmak kolaylaşacaktır.

 

[1] Âl-i İmrân 3:83; Maide 5:48;  Enbiya 21:25; Hac 22:78; Nûr 24:2; Mümin 40:78; Şûrâ 42:13; Ahkâf 46:9.

[2] Bakara 2:112, 130-133; Ali İmran 3:19, 52, 67, 85; Nisa 4:12, 22.

First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Aile âh aile (Mehir Vakfı) ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Bakara 248. ayette geçen tabut kelimesine ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Bilgiye Tapmak ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Gelenek Kutsal Değildir ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Vahyi Koruyanı Vahyin Sahibi Korur ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Islahatçı Fesadçılar! ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 İman İnsanlığın Garantisidir ! ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Eş Seçiminde Anne-Babaya Hürmetin Önemi ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Neyi Niçin İsteriz? ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Açlık, küresel bir insanlık sorunudur..! ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.