SERTİFİKA MÜRACAATI EĞİTİM AKADEMİSİ MERAK ETTİKLERİNİZ
KURUMSAL

BELGELENDİRME
 
KURULLARIMIZ
 
İSTATİSTİKLER
Aktif Ziyaretçi 2 Kişi

Bugün 251 Kişi

Toplam Ziyaret 1.210.440  Kişi
 

"Okuyup Öğrenmek , Cehalet akıntısına karşı kürek çekmektir." S.ALIÇ

  KÜLTÜR KÖŞESİ MAKALELERİ 
   
Yazar Ünvanı Araştırmacı-Yazar
Yazar Haydar ÖZTÜRK
 
 
 
Makale Tarihi :  1.06.2024
İmanı Oluşturan Unsurlar

İman, “âmene” fiilinin masdarı olup sözlükte bir şeye tereddütsüz ve kesin olarak inanmak demektir.[1] İman bir akait terimi olarak da, “Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed’in Allah’dan getirmiş olduğu kesin olarak bilinen hükümleri akıl ile tasdik ve dil ile ikrar etmek” anlamına gelir.

Kur’an’a göre insan Allah katında sorumlu bir varlıktır. Onun sorumlu tutulması da kendisine bazı imtiyazların verilmesine sebep olmuştur. Bu imtiyazların başında akıl gelmektedir. Bundan başka hayrın ve şerrin seçimi noktasında ihtiyaç duyulan bir olgu daha vardır ki o da, iradedir. İradenin müspet yönde oluşabilmesi de insanın doğuştan getirmiş olduğu fıtratı kaybetmemesine bağlıdır. Bu yüzden denilebilir ki, imanın teşekkülünde birkaç unsur aynı anda söz konusudur. Bunlar: Akıl, irade ve fıtrattır. Yani iman bu üç unsur üzerine oturur.

  1. Akıl

Akıl sözlükte, “yasaklamak, engellemek, devenin ayağım bağlamak, sığınmak, korunmak, tutmak ve istemek” manalarını ifade etmektedir.[2] Terim olarak da, “varlığın hakikatini kavrayan, güzeli-çirkini, yararlı ve zararlı olanı ayırt eden, maddî olmayıp fakat maddeye tesir eden bir cevher; maddeden şekilleri soyutlayarak kavram haline getiren ve kavramlar arasında ilişki kurarak önermelerde bulunan ve kıyas yapabilen güç olarak tanımlanmaktadır”.[3]

Şurası muhakkak ki, varlığı tasdikte aklın çok önemli bir yeri vardır. Bu öneminden dolayıdır ki, Allah aklı olmayan insanı muhatap kabul etmemekte ve ona herhangi bir sorumluluk yüklememektedir. Kur’an aklın söz konusu bu önemini çeşitli şekillerde dile getirmiştir. Hatta denilebilir ki, Kur’an’ım yaklaşık üçte birine yakın kısmı, insanın kendi nefsine, biyolojik yapısına, yerlerde ve göklerde olup bitenlere bakmasını, onların üzerinde düşünmesini isteyen ayetlerle doludur. Üstelik bu ayetler insandan, körü körüne taklidi reddederek, aklı ve muhakemesiyle karar vermesini istemektedir. Böylece anlaşılıyor ki Kur’an, taklit etme yerine insanın, kendi bağımsız şahsiyetini oluşturmasını hedeflemektedir. Çünkü Kur’an’a göre asıl olan ferdî sorumluluktur. Kim hidayete ulaşırsa kendi lehine hidayete ulaşır. Kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiç kimse bir başkasının (günah) yükünü yüklenmez. Biz bir resul göndermedikçe azap edici değiliz.” (İsra/15)

Kur’an insanın sahip olduğu duyuların da ancak akılla bir anlam kazanabileceğini, aksi halde onların bir değer taşımayacağını belirtmektedir. Onlardan seni dinleyenler de var. Sağırlara -üstelik akıllarını kullanmıyorlarsa- sen mi işittireceksin?” (Yunus/42)  Çünkü duyuların sağladığı malzemeleri birleştirerek ortaya bir hüküm çıkaran akıldır. Demek ki, insanın hem fıtrî temayüllerini dikkate alarak doğru yolu bulabilmesi hem de çeşitli vesilelerle bilgi elde etmesi ancak akılla mümkün olabilmektedir. Bu yüzden akıl, iman olayının gerçekleşmesinde en önemli bir unsurdur.

Akıl duyuların ( göz, kulak) getirdiği delillerden hareketle insanı imanın kapısına getirir. Buradan sonra irade devreye girer.

  1. İrade

İrade, insanın herhangi bir fiil ve hareketi isteyerek yapmasını veya yapmamasını emreden bir güçtür. Nasıl tabiat kanunları âlemin ayrılmaz birer parçası ise, irade hürriyeti de insanın ayrılmaz bir parçasıdır. Fiillerinde irade sahibi olmayan bir insanın işlerinin ahlakî kıymeti yoktur; onlar için ceza ve mükâfat da söz konusu değildir. Bundan dolayıdır ki, Allah ile yapılan ahitleşmenin, ceza ve mükellefiyetin merkezinde insan iradesi yer almıştır.

Kur’an’a göre insanın dünyaya geliş maksadı imtihandır. O, hanginizin amelinin daha güzel olacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır. O Azîz’dir, Gafûr’dur.” (Mülk/2) Eğer Allah, hareket serbestisini insanın elinden almış olsaydı, o takdirde bu imtihanın bir anlamı kalmazdı. Bu yüzdendir ki Allah  insanları irade sahibi kılmış, çalışanla çalışmayanı ayırmak ve buna göre ceza ve mükâfat takdir etmek için onları irade sahibi kılmıştır.  İşte insan, söz konusu iradesiyle fıtrî sermayesini geliştirip, kâmil manada bir insan olabilme imkânını elde edebilir ki bu, Allah’ın insanlara karşı mutlak kemâl manasında rahmetinin bir ifadesidir.

İradi bir hareketin, hedef veya amaç, düşünme ve muhakeme etme, tercih etme ve karar verme, verilen kararı davranışa dönüştürme şeklinde dört aşaması vardır.[4] Bu hususlar, belki çok süratli cereyan eden bazı iradi kararlarda görülmeyebilir. Ancak herhangi bir dine, bir inanca veya bir şahsa bağlanmada süratli hareket etme durumu söz konusu olmadığı için, o türlü kararlarda insan iradesi bir fonksiyon icrâ ederken bu aşamalardan geçmektedir.

İrade, bir ideale, bir düşünce ve inanca bağlanmada söz konusu olduğu gibi, tercih edilen bir dinin veya inanç sisteminin emir ve nehiyleri doğrultusunda kişinin davranışlarını ayarlamada da aynı şekilde söz konusudur. Böyle bir iradeye dinî irade demek daha doğru olsa gerektir. Dinî iradenin gücü, inanç kuvveti ile doğru orantılıdır. Kuvvetli dinî inanca sahip kişilerin iradeleri, onları dinî kurallara uygun davranışlarda bulunmaya zorlar. Fakat irade üzerinde başka faktörlerin de etkisi bulunmaktadır. Sözgelimi, bireyin küçük yaştan itibaren almış olduğu eğitim, içinde bulunduğu çevrenin inanç ve değer yargıları, çeşitli istek ve arzuları, ayrıca zekâ ve kişilik yapısı gibi faktörler onun dinî iradesine etki etmektedir.[5]

Kur’an “…De ki: Hakka Allah uşatırır…” (Yunus/35), “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir nefis iman edemez…” (Yunus/100), “Allah kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulmuştur; kimi de şaşırtırsa artık onlar için Allah’tan başka asla yardımcılar bulamazsın…” (İsra/97),  “…Allah’ın saptırdığını hidayete erdirecek kimdir? Onlar için herhangi bir yardımcı yoktur.” (Rum/29) gibi ayetlerde iman ve küfrün, diğer bir ifade ile inanç konusunda insanın ihtiyârî fiillerine taalluk eden hususların Allah’ın iradesi dahilinde gerçekleştiğini ifade ediyor gibi gözüküyorsa da, bunlar hiçbir zaman insan iradesinin herhangi bir fonksiyon icrâ etmediği manasına alınmamalıdır. Zira insanın ihtiyârî fiillerinin oluşumunda iki yön vardır. Bunlardan birisi, yaratmak/halk, diğeri ise tercih etmek/kesptir. Burada sözü edilen ayetler, yaratma ve takdir etmenin Allah’a ait olduğunu ifade etmektedirler. Tabiatıyla bu yaratma da, kulun iradesine göre meydana gelmektedir. Başka bir ifade ile, kulların fiillerini Allah’ın yaratması, bu fiillerin kesp yönünden, onların kudretleri dahilinde olmasına engel değildir. Yani insan kendisine verilen iradeyi hangi yöne sarf ederse, külli irade de o yönde tecelli eder ve iradi olarak isimlendirilen fiiller meydana gelir. Eğer Allah insana irade hürriyeti vermemiş olsaydı, o takdirde insan, Allah’a itaatten başka yetenekleri olmayan melekler veya hep aynı istikamette hareket eden içgüdüsünün esiri böcekler, kuşlar ve hayvanlar gibi aynı hareketleri yapardı. Kısacası, Allah dileseydi herkes iman ederdi ve O’nun iradesine kimse karşı çıkamazdı.[6] Kudreti buna yeterdi. Ama mahlûkatı hakkındaki ezeli ilminden dolayı bunu yapmadı. İnsana irade hürriyeti verdi. Demek ki, imanın olumlu veya olumsuz şekilde neticelenmesinde insan iradesinin çok önemli bir fonksiyonu vardır. Bu yüzden denilebilir ki insan, kendisine verilen bu iradeyi kullanarak birtakım amillerin de etkisiyle iman edebileceği gibi bunun tersini de yapabilmektedir.

Akıl ve irade, insanı fabrika ayarları olan fıtratın farkındalığına getirir.

  1. Fıtrat

Fıtrat, kaynağı vahyin kaynağı ile aynı olan insanın ontolojik altyapısıdır. Yani, ilahi bir formattır. Bu ilahi format, aynı kaynaktan beslenen bir üst yapıya kavuşursa beşer “insanlaşır”. Çünkü insan, ancak bu durumda “kişilik kırılması”, “kimlik parçalanması” sorunu yaşamaz. Eğer üst yapı fıtrat altyapısına uymazsa, bu “insanın kendisine yabancılaşmasını”, dolayısıyla eşyaya, çevreye ve Allah’a yabancılaşmasını getirir.[7]

“Fıtrat: İçimizdeki nizam” der ve ekler Sadık KILIÇ.  Fıtrat, insanın diğer varlıklara benzemeyen yaratılışıdır. Başlangıcı ve nihayeti itibariyle, insanın varlığından önce bulunan, onun geleceğini, kendisini, vasıtasıyla gerçekleştireceği fiillerini yönlendirecek olan “insani kıvam,” hususiyettir.

Duygusal fıtriyatlar dediğimiz; hakikati aramak, hayra ve fazilete eğilim, güzelliğe eğilim, yaratıcılık ve yenileştirmeye eğilim ve aşk ve tapınma eğilimleri insanda yaratılıştan vardır.[8] Hakikati arama meyline felsefe ve dinler tarihi şahittir. Hayra ve fazilete eğilime insanın iyiliği plansız olarak, kötülüğü ise planlayarak yapması delildir. İnsanda güzel olanı sevme ve güzel eserler ortaya koyma eğilimifıtrata/güzele olan meyline işarettir. İnsandaki bir şeyler icat etme yenileştirme duygusu ondaki hakikati arama/fıtrat meylindendir. Aşk ve tapınma eğilimi insanın içsel eşini/fıtratını aramasının tezahürüdür.

Fıtrat, “bir şeyi yarmak, kazmak” anlamına gelen “fatr” kökünden türemiş bir kelimedir. Kısaca “ilk yaratılış” anlamını ifade etmektedir.[9] Fıtratı bir terim olarak da, “insanın doğuştan sahip olduğu Allah’a inanma, bağlanma ve O’na ibâdet etme duygusu ve eğilimi” şeklinde tarif etmek mümkündür.[10] İbn Manzûr bu terimi, çocuğun ana rahminde mutluluk ya da şekâvet/mutsuzluk durumunda yaratıldığı tabiî bünye; aynı zamanda tevhîdî yani Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in nübüvvetini ifade eden şehâdet hakikati olarak tanımlamaktadır.[11] Buna göre fıtrat, kişinin doğuştan getirdiği bir özelliktir ve insanın inancı, değer yargısı, hayata bakış açısı ve dünya görüşü üzerinde etkisi bulunmaktadır. Böyle olduğu içindir ki fıtratı, kişinin aklı, davranışları ve dış dünyanın kurumlarından ayrı olarak düşünmek mümkün değildir. Bu hakikati Kur’ân şu şekilde dile getirir: “Sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki o, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez, işte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum/30) 

Fıtrat kanunlarına uyulmaması toplumların düzenini de ciddi anlamda tehlikeye sokuyor. Fıtrata uymak, insanın insan, toplumun toplum olarak kalmasının sigortasıdır. “Nefse ve onu şekillendirene… Ona bozukluğunu ve korunmasını ilham edene andolsun ki nefsini temizleyen iflâh olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır. Semûd, azgınlığından yalanladı… Rableri de günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz etti.” (91/Şems, 7-14) ayeti, fıtratı kirleten toplumların kötü akıbetlerini beyan ediyor. Kur’an’da kavimlerin helakının temel sebebinin fıtrata isyan etmek olduğu bildirilmektedir.”Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez.” (13/Ra’d, 11) ayeti, Allah’ın koyduğu “fıtrat yasası”nı veya “toplum/tarih yasası”nı en veciz şekilde beyan ediyor.

Sonuç olarak şunu söyleyelim ki, İslâm inancına göre her insan müspet yönde bir bağlanma güdüsüne sahip olarak dünyaya gelmektedir. İnsanda mevcut olan bu hissi ve biyolojik güdüler, tabiatları itibariyle kötü olmamakla birlikte kötü dürtülere açıktırlar. Bundan dolayı nefsin, kötü arzulardan, hevâ ve heveslerden korunması ve manevi olarak yüksek seviyelere ulaşması için ilahi kanunlara uygun olarak kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu yapılmadığı takdirde fıtrata aykırı hareket kaçınılmaz olacak ve bunun neticesinde de menfi yönde bir bağlanma ortaya çıkacaktır.


[1] İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, “İmân” md.

[2] İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, “Akl” md; Âsim Efendi, Kamus Tercemesi, III, 291-292.

[3] Bolay, Süleyman Hayri, “Akıl”, DİA, İstanbul 1989, II, 238 vd.

[4] Peker, Hüseyin, Din Psikolojisi, Ankara 1993, s. 81.

[5] Peker, Hüseyin, Din Psikolojisi, s. 82-83.

[6] Enam, 6/35; Yûnus, 10/99; Secde, 32/13.

[7] Mustafa İSLAMOĞLU, Savaş Kesmeyen Sözler2006, s.99

[8] (Mutahhari, Fıtrat, 53-61).

[9]İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, “Fatr” md

[10] Peker, Hüseyin, Din Psikolojisi, s. 66.

[11] İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, “Fatr” md

 

First Page Next Page 1 Previous Page Last Page Sayfa 1 / 1 -- Listelenen Sayfa Sayısı 1
 Prof.Dr.İlahiyatçı
 Hayreddin KARAMAN
 Ahlâk kirli bilgi kirli ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Hüseyin BÜLBÜL
 Kıyamet alametleri var mıdır? Varsa nelerd ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Harun GÖRMÜŞ
 Gücümüz Neye Yeter ? ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Haydar ÖZTÜRK
 Nebe Suresi Ve Yorumu ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 OSMAN COŞKUN
 Vahyin Kaynağında İnsan Unsuru Görme Sapkı ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Muhammed CELİL
 Sâbikûn/Öncü Olabilmek ...
............................................
 Üni. Öğretim Üyesi
 Dr.Cahit KARAALP
 İman İnsanlığın Garantisidir ! ...
............................................
 Araştırmacı-Yazar
 Abdülaziz KIRANŞAL
 Bir toplumu çürüten on hastalık ...
............................................
 Aile Danışmanı
 Asiye TÜRKAN
 Neyi Niçin İsteriz? ...
............................................
 Yönetim Kurulu Başk.
 Selahaddin ALIÇ
 Açlık, küresel bir insanlık sorunudur..! ...
............................................
 

Enerji içeceklerinin fazla tüketimi çocuklar için tehlike kaynağı
26.02.2022

Bilim insanlarından "kahve" araştırması: Ömrü uzatıyor
25.02.2022

Nadir görülen genetik bir hastalık: Progeria
23.02.2022

Ölüm anında insan beyninde neler oluyor?
23.02.2022

Antibiyotikler Tedavi Özelliğini Kaybediyor
22.02.2022

Gereksiz Aspirin Mide ve Beyin Kanamsı Nedeni
20.02.2022

Her 100 Kişiden Birinde Çölyak var.
20.02.2022

Çocukları Bekleyen Büyük Tehlike.
19.02.2022

Cilt Kreminde Civa Çıktı.
18.02.2022

Skandal ! Hamburgerde İnsan ve Fare DNA'sı bulundu.
15.02.2022

Tüm Haberler
Mail adresinizi ekleyin yeni faaliyetlerimizden anında haberdar olun.
  Kuruluş 2010 : Selahaddin ALIÇ Copyright © 2010-2021 Hedem Helal Denetim ve Sertifikalandırma Merkezi
Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu, kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir. İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.