Toplumları ayakta tutan, birbirine kenetleyen ve endişeleri gideren temel kavramlardan bir tanesi de güvendir.
“Güven; inanmak ve emin olmaktır; endişelerden sıyrılmak ve korkuları bir kenara bırakmaktır. İslam’da iman ile güven arasında çok güçlü bir ilişki mevcuttur. İman eden kimse anlamına gelen “mümin”; güvenilir insan anlamına gelen “emin”; güven, güvence ve güvenlik anlamına gelen “emniyet”; can ve mal güvencesi anlamına gelen “eman”; hıyanetin zıddı olarak kullanılan “emanet” kavramları, aynı kökten beslenmektedir. Bu kökün bağlandığı nokta ise, Yüce Yaratıcı’nın mahlûkâta sağladığı sonsuz güvendir.” (Mehmet Görmez)
Toplumu ve onu bütün kurumları ayakta tutan, onların uzun süreli olmalarını ve yıkılmamalarını sağlayan temel unsurun da “güven” olduğunu söylemek abartı olmasa gerek.
Cemiyetin güvenini sağlayan/oluşturan temelde iki olgu vardır. Toplu halde yaşanılan yerde güven yasalarla oluşturulur. Yasalar insanlar arasındaki hukuku belirler, bu yasalar insan fıtratına ne kadar uygun, hak ve adil oldukları taktirde toplumlar tarafından uyulması/kabullenilmesi daha kolay olmakla beraber, yürütme/uygulayıcılar açısından da iş daha kolay olacaktır. Cemiyetin en alt katmanı olan bireyden başlayıp geneline teşmil edildiğinde uygulanabilir yasalarla toplumda genel olarak güveni oluşturabilmeniz mümkün olabilir.
İkincisi, ister birey olarak isterseniz toplu halde yaşayın, “fıtri-ahlak” denilen davranış, insanda otokontrol mesabesindedir. Hiç kimsenin olmadığı, tek başına ve de hiçbir icbar edicinin müdahili olmadan da insanca nasıl davranılması gerekiyorsa öyle davranmaktır. Örneğin ormanda bile yaşasanız, yaş ağaca el uzatmazsınız, rastgele ateş yakmaz, ondan gerek olduğu kadar yararlanırsınız. Nehrin kenarında bile olsanız suyu ihtiyacınız kadar kullanırsınız, çöpünüzü bile rasgele atıp doğayı pisletmezsiniz, canlı cansız bütün varlıklara gerektiği gibi davranır, yaşam alanlarına müdahil olmazsınız, size yapılmasını istemediğiniz şeyi bir başkasına yapmazsınız… Bunun için insanı insan yapan değerlerin, insanda yerleşik olması gerekmektedir. Tabi vicdanı körelmemiş, fıtratı baskılanmamış insandan bahsediyoruz.
Bugün toplumlarda ahlaki yozlaşmanın, çürümenin ve değerlerin dumura uğramasının temelinde “güven”in olmayışının büyük etkisi vardır. Ve hiç kimse kendisini emniyette hissetmediğinden bir korku ve kaos ortamı var, bundan dolayı herkes etrafına kendince güvenlik duvarları örmeye çalışıyor! Oysa ki, eman ve güvenin inşası öncelikle insanın kendi nefsinde başlar. Ne kadar dış tedbirler, güvenlik kalkanları oluşturulursa oluşturulsun, eğer insan içten gelen, inancından beslenen bir güven karakteri geliştirememişse, hepsi başarısızlığa mahkûm olacaktır.
Neden birine güveniriz de bir başkasına güvenmeyiz? Güvendiğimiz bir insana karşı davranışımızla, güvenmediğimiz bir insana olan davranışımız neden farklılık gösterir?
Güven, insan ilişkilerinin temelini bu duygu oluşturur. Güven duygusunun olmadığı hiçbir ilişki yürümez. Güven duygusu olmaksızın ne seyahat edebilir ne alışveriş yapılabilir ne sipariş verilebilir, ne hizmet anlaşması yapılabilir ne dostluk kurulabilir, ne de aile bağı korunabilir…
Güven duygusu iş hayatında, sosyal hayatta ve özel hayattaki her türlü ilişkinin temelindeki harçtır.
Güven öncelikle kişinin kendisinde başlar. Kendine güvenmeyen insan başkalarına da güvenemez. Bundan dolayı başka insanlara duyulacak olan güven duygusunun temelinde kendine güven yatar. Kendi güvenilir olmayan insan (empatiden dolayı) başkalarına güvenemez. Bu tür insanlar kendileri gibilerinin sayısını artsın isterler, bundan dolayı da güvensizliği yaymak için de ellerinden geleni yaparlar ve sürekli güven duygusunu törpüleyip aşındırmaya çalışırlar ve şu sözü bu tip insanlardan çokça duymuşunuzdur “babana bile güvenme” bu türden sözlerle güvensizlik telkin edip, dillendirenlere müdahale edip engellemek zorundayız. İnsanoğlunun hayatta en çok güvendiği, sırtını yasladığı, dayandığı varlıkların en ilk sırada olanı annesi babasıdır. (Genel itibariyle anne ve baba evlatlarına ihanet etmez) Böylesi bir olgu üzerinden güvensizliği oluşturmak kötülüktür, bu kötülüğe engel olmayıp yaygınlaştırmakta kötülüktür!
Genelde herkes güvenilir biri olmak ister ama istemekle olmak aynı şeyler değildir.
Her şeyde olduğu gibi, “güvenilir olmak emek ister,” insanlarda güveni oluşturan duyguların görünür hele gelmesi gerekir ki kişi karşısındakine güvensin, bu bir süreç meselesidir. İddia sahibi iddiasını yaşayarak ispatlayacaktır; sözüyle eylemi örtüşecek, söz verdimi sözünde duracak, ahdine riayet edecek, sattığı malın kusurunu gizlemeyecek, sır tutmasını bilecek, sorumluluklarını yerine getirecek, hak ve hukuka riayet edecek, şartlara ve duruma göre şekil almayacak, imkanlarını paylaşacak, emanete riayet edecek, İnsanların hayrını isteyecek… sözün özü, dürüstlük güveninin sigortasıdır.
İnsanların birey olarak birbirlerine güvenmeleri önemli olduğu kadar, toplumu oluşturan herkesin derecesine bakılmaksızın birbirlerine güvenmeleri de güven ortamının oluşması için gereklidir. Güven ortamının oluşabilmesi için güvenilecek kişi veya kurumların dürüstlüklerine inanmak ön şarttır.
Herkesin birbirine şüpheyle baktığı, insanların birbirinin kurdu olarak görüldüğü toplumda, huzur ve emniyetin gerçekleşmesi çok zordur.
İnsanlar genel itibariyle, her zaman özü sözü doğru insana güvenir ve onun dediğine itibar eder. İnsanlar arasındaki ilişkilerde; ailede, ticaretinde, işyerinde ve cemiyet hayatında doğru-dürüst insan, yani yaşantısıyla güveni çevresine aksettirmekle ve davranışlarına nakşetmekle kişiliğiyle bütünlük oluşturmuş olur.
Güven duygusu toplumlarda belli dönemlerde azalıp çoğaldığı gözlemlenebilen bir olgudur. Maneviyatın yoksunlaştığı toplumlarda güven duygusunun azaldığı görülmektedir. “Güven inancın harcıdır” güvendiğiniz varlığa inanır, inandığınıza da güvenirsiniz.
Güven, inandığını iddia eden Müslim’ler açısından ne ifade ediyor?
Kuran’da Allah’a güvenmek (tevekkül) ile ilgili birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, Müslümanların her durumda Allah’a dayanıp güvenmeleri gerektiğini vurgular;
“Allah’a güven. Vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab 3)
“…Bir şeye kesin karar verdiğin zaman da Allah’a güven. Allah (kendisine) güvenenleri sever.” (Al-i İmran 159)
“Allah! Kendisinden başka ilah olmayandır. İman edenler, yalnızca Allah’a tevekkül/güvenip dayansınlar.” (Teğabun 13)
Güvenilmesi gereken varlığın onu hak etmesi gerekir. ‘Allah bu güveni hak ediyor mu’? İman edenler açısından cevap bellidir. Güvenilen varlığın sözünün dilenmesi, itibar edilmesi de gerekir ki, bu güven duyulana verilmesi gereken itibardır ve de onun hakkıdır. Hak sahibine hakkını teslim etmekte erdemdir.
Bu bağlamda, Mü’minler açısından güvenin yegâne kaynağı Allah’tır. O’nun güzel isimlerinden birisi de “el-Mümin”dir. O Allah ki huzur ve esenlik verendir. Kullarını güven ve emniyet içinde yaşatandır. Kendisine güvenilmeyi en çok hak edendir. O’na sığınanları korku ve endişeden emin kılandır. Eminlikle imanın, iman ile güvenin birbirinden kopmaz bağı vardır. Biri olmadan diğeri nakıs kalır.
Mümin, kâinatı ve onun içerisinde, zerreden küreye her ne var ise yoktan var edenin Allah olduğuna inanan ve güvenen dolaysıyla başkalarına da güven veren kişidir. Mümin, güvenilir olmanın yanı sıra, sorumluluklarını yerine getiren ve emanetlere sahip çıkan kişidir. Aynı zamanda, müminler birbirlerine karşı güvenilir olmalı ve başkalarına da güven vermelidirler.
Allah elçilerinin tamamının ortak özellikleri “emin ve güvenilir” olmalarıdır. Onların gönderilme nedenleri, insanlığa yaradılış gayelerini hatırlatmaları, fabrika ayarlarına geri döndürmeleri, imanı ve güveni aşılamak, vahyi ve hidayeti taşımak için gönderilmişlerdir.
Zulmün, şiddetin, adam kayırmanın, hak ve hukuksuzluğun, tiranlığın… kol gezdiği Mekke cahiliye döneminde Allah resulünün, “Muhammedü’l-Emin” olarak anılması son derece manidardır. Bu sıfat ona Mekke toplumu tarafından verilmiş, düşmanları gözünde bile O, güvenilir ve kerim bir şahsiyettir.
Nebi (as)mı kendisine rehber edinmekle yükümlü olanlar! O’nun güzel örnekliğini hayatlarına taşımaları imanlarının gereğidir. (Ahzab 21) Çünkü O güvenin timsalidir; O’na eşi güvenir, çocukları güvenir, arkadaşlık eden güvenir, ticaret yapan güvenir, antlaşma yapan güvenir, komşusu, akrabası güvenir, idare ettiği İslam devletinde Mü’min kafir herkes güvendedir. O’nun hakimliğine güvenilir, komutanlığına güvenilir, O’nun risaleti güvendir. Çükü O’na “el-Rûhu’l-Emin” vahiy getirmektedir. Velhasılı O, özü sözü bir “emrolunduğu gibi dosdoğru ol”an emin bir insandır.
Allah resulünü kendisine model alan bütün Mü’minler, güvenilir olmak zorundayız. Bundan dolayı da güvenirliğin oluşmasını sağlayacak gerekli şartları yerine getirme mecburiyetimiz var. Bu imanımızdan kaynaklanan bir zorunluluktur. Gevşemek, yılmak, usanmak, bıkmak yok “inatçı bir takva” ve kararlılıkla yola devam. Günümüz insanının güvensizlik yaygaralarına, sosyal medyanın manipülasyonuna kapılmadan ve de yılmadan, cesurca “eman toplumunun oluşumunda payı bulunan emin insanlar” dan biri olmak için çaba ve gayretin içerisinde olabilme dileğiyle…
|